10-21 Ağustos 2003)
Bir yıl önce Kaçkarlardan dönerken demiştim, "Yine geleceğiz" ve aynen öyle oldu. Bütün sene yine oraları, dağları, içtiğimiz suları, o çiçekleri, hep o güzellikleri hayal ettim. Nihayet yine o gün geldi.
9 Ağustos günü aksam saat 6 da Bursa´dan Rize´ye hareket ettik.Yanımda abim ve çocuklarımla, (Taha ve Serkan) akşam saat altıda Bursa´dan yola koyulduk. Arkadaki dörtlü koltuklardaydık. Rahat bir yolculuk sonrası ertesi gün öğleye doğru Rize´ye vardık.
Atlas dergisinin gezgini Halim Diker ( rehberimiz ) ve yanında Ankara´lı genç Tonguç ´la buluştuk.
Daha sonra bizi Rize ´de bulunduğumuz süre adeta bir melek gibi karşılayan ve daha sonra da elimize bir torba baklava ve pastayla Ovit dağına uğurlayan Selva ve Selda´la buluştuk. O gece onlarla geç vakte kadar beraber çok güzel anlar yaşadık. Bizi Rize’de gezdirdiler sağ olsunlar.
Rize´de geçirdiğimiz o geceden sonra sabah saat onda İspir otobüsüyle Ovit dağına doğru yola çıktık. Altı kişiydik. Çatak Deresi boyundan giden yolda ilerliyorduk, tarlalarda çay toplayan yöre halkı rengârenk giysileriyle çay bahçelerinde çok güzel görüntüler oluşturuyordu.
Bazı yerleri oldukça kötü olan yolda, otobüsümüz iki saat kadar ağır ağır ilerledi. Dağın başında, milletin şaşkın bakışları arasında indik otobüsten. Öyle şiddetli bir rüzgâr vardı ki zor yürüyorduk, neyse ki biraz ilerledikten sonra tırmanışa geçeceğimiz yere, derenin dibine geldik.
Çok zorlu bir çıkış oldu, dört saat sürdü. Akşam üzeri kamp attığımız yere geldiğimizde, " Abi valla bravo çok iyi çıktınız, bu kadar iyi olacağınızı sanmıyordum, hatta burayı çıkamayacaklar demiştim ama gördüm, sizin maşallahınız var." Evet aynen böyle diyordu Halim. O derece yorgun olmamıza rağmen gece on ikide daha uyanıktık. Geceyi, dolunayı bırakıp yatmaya gidemiyorduk.
Sonra iyice uyku bastırınca uyku tulumlarına gömüldük.
Güzel bir uyku sonrası sabah kalktık. Pırıl pırıl güzel bir gündü, güneş gülüyordu bize.
O gün istirahat ettik, dinlendik, amaçsızca gezindik etrafta. Tam da gölün kenarındaydık, etraf yüksek dağlarla kaplıydı.
Ovit Dağı´nda dört gün dört gece süren o kamp hayatımız ve dağlarda yaptığımız yürüyüşler, tırmanışlar, nefesimizi kesti. Halim´in sohbetleri, o yaptığı pastayı, yemekleri, o içtiğimiz İngiliz çayını ve Selva kızın annesinin yaptığı baklavayı unutamam tadı damağımızda kaldı.
Abimle ikimiz Ovit Dağı’nın doruklarına tırmandık. Zirve tam neresiydi kestiremedik ama çok da önemli değildi bizim için . Çok riskli bir yerdi .
Öyle bir yere geldim ki işte tam orada, asağıya baktım . Acaba düşsem ne olur diyordum kendi kendime. Bir ay önce düşüp dağda hayatını kaybeden Atlasın dağcısı Uğur Uluocak geldi aklıma. Ben de Uğur gibi yıldızlara uçarım düşsem dedim. Gerçekten düşsem ölürdüm. Hayatımda o kadar riskli bir yerde tırmanmamıştım. Hiçbir emniyet almadan çıktım...
Allah´a şükür ki bir şey olmadı.
İşte tam bu çıktığım yerde Mevlana'nın sözleri aklıma geldi .
"Doğaya gidiniz, her köşede açmış çiçekleri seyrediniz"
Etrafta uçurumlara bakan çiçekler vardı. İşte uçurum çiçekleri bunlar dedim. Onların baktığı uzaklara ben de baktım. Uçurumların ucunda duruyordum, Başıma çiçekler taktım, o uçurum çiçeklerinden
Ovit Kartalı diyordu bana abim, nasıl hoplayarak kayalardan indik, susamışız, indiğimizde yine kaynakların başındaydık.. Ah o sular ...
daglarin_g_lle_d_eti.jpg
Aksu Göller’i inanılmaz derece güzeldi, akşamları gün batımı adeta hep bir şölendi
O renklerin yansıması, çıldırtıyordu adeta beni. En beğendiğim Türkuaz Gölü oldu. Adını da ben koymuştum.
Dört gün dört gece sonrası askerlik işleri için genç arkadaşımız Ankara´ya dönmek isteyince, küçük oğlum Serkan da" baba bana yetti ben gitmek istiyorum" diyordu. Tabii o da çok mutlu olmuştu ama yine de arkadaşlarını özledi. Kaldığımız yerde dört güzel gün sonrası kampı toplayıp inişe geçtik. Çok rahat bir şekilde, iki saat hiç dinlenmeden seri bir iniş yaptık.
Kartallar uçuyordu. Mavi beyaz bulutlar, harika bir hava vardı o gün.
Erzurum´a gideceğimiz yola indik. Bir saat kadar otobüs bekledik ama gelen yoktu. Sonunda otostop yapmaya karar verdik. Ben bir kamyona ısrarla el edince adamlar durdu, sonra koştuk hemen, bizi aldılar, abim öne oturdu. Bu tam bir maceraydı, çantaları kamyonun arkasına attık ve biz de kamyonun arkasında hoplaya zıplaya İspir´e doğru yola koyulduk. Virajlı dağlık bir bölgeydi geçtiğimiz yerler, elimde Ayşegül için topladığımız sarı çiğdemler vardı ve onları gerçekten ona ulaştırdık. Ayşegül geçen sene Kaçkar Dağlarında birlikte dağcılık yaptığımız bir kardeşimiz. Bizi görünce çok sevindi. Biz de tam bir sene sonra onu tekrar görünce çok mutlu olduk. Akşam evlerine gittik Ayşegül´ün ailesini ziyaret ettik . Çaylar, tatlılar, çok samimi bir şekilde ağırladılar bizi sağ olsunlar.
Ben, abim ve Halim, Yusufeli otobüsüne bindik, saat onda otobüs hareket etti. Çocuklar otelde kaldılar. Daha sonra Ayşegül onlarla ilgilenmiş sağ olsun.. Güzel bir gün geçirmişler Ayşegül onlara Erzurum´u gezdirmiş. Sonra da yolcu etmiş.
Tortum Gölü´nün kenarından, dağların içinden, dereler boyu süren yollar sonrası Yusufeli´ne geldik. Olgunlar´a giden minibüse eşyalarımızı koyduk. Nihayet Olgunlar´a doğru Yusufeli´nden yola çıktık.
Yol hep Barhal Deresinin kenarından devam ediyordu. Kanyonları seyrede seyrede kıvrıla kıvrıla dağların içinden geçtik. O kadar güzel manzaralı bir yolculuk yapmadım hayatımda. Geçtiğimiz yerleşim bölgeleri, o kütüklerden yapılmış evler, köyler, yaylalar görülmeye değer güzellikteydi ve nihayet Olgunlar´ a geldik.
Tam saat akşam altıda Dilberdüzü´ne doğru tırmanışa geçtik. Çantalar sırtımızda, öyle zevkli başladı yürüyüşümüz ama karanlığa kalmıştık. Saat sekiz gibi karanlık oldu. Sonra o patikaları el lambalarıyla takip ede ede, gece dağın içerisine doğru yürüdük durduk.
Abim, "Mohikanların gece yürüyüşü" diyordu. Bunu hep söyledik, gülüşe gülüşe yürüdük. Bir ara çok zor çıkıyorduk, dinlendiğimiz bir sıra abim yanıma geldi;
"Fikret şu an çok yorgunum ama çok mutluyum" diyordu.
Halim önden gitti, onun ışığını göremedik bir daha, dağın derinliklerinde kayboldu, çok zorlanıyorduk ama "ha gayret" deyip devam ettik. Aralarda dinlenmelerimiz oldu tabii ki.
Ovit Dağında Halim ´in anlattığı ayıyı bazen aklıma getirdim . Başımın üzerinde bir karartı görsem acaba ayı mı bu diye baktım. O koca kayalar karanlıkta etrafta insana ürkütücü geliyordu.
Halim belgesel hazırladığı Marsis Dağından anılarını bize anlatmıştı . Kışın o tek başına Meşe Yaylasında kalmış iki hafta kadar. Her taraf kar. Bir sabah çıkmış dışarıya, bakmış iki insan ayağı büyüklüğünde izler var. Ayının büyüklüğünü hesap edin artık. Kocaman bir ayıymış. Karları yara yara yürümüş yayladan dağlara doğru. Halim bunu köyde anlatınca bir amca gülmüş ve anlatmış, "bizim sarı ayıdır "demiş. Ve başlamış anlatmaya, " Kimseye zararı olmaz, dışarlarda bulduklarını alır gider" Bir gün bir patikada o amcayla ayı karşılaşmışlar, patika çok darmış baska da gidilecek yol yok . Ayı biraz homurdanmış, amca da geri doğru kayaya sırtını dayamış. Ayı sonra ona sürtünerek geşmiş yanından.
Ben bunları düşünürken yolumunda sonuna gelmiştim. Bereket sarı ayı da yoluma çıkmadı diyordum. Sonunda tam saat gece on buçuk olmuştu ki Halim´in o etrafı aydınlatan ışığını gördük. Dilberdüzü´ne gelmiştik. Etrafta üç beş çadır vardı, çantaları sırtımızdan attığımız anı unutamam. Gece kaç saat öyle yılmadan usanmadan çıktık o tepeleri.
Çadırımızı kurduk. Hemen bir şeyler hazırladık. Kurt gibi acıkmışız, güzelce karnımızı doyurduk. O yorgunluk sonrası fazla vakit geçirmeden girdik çadırlara. Hemen uyumuşuz.
Sabah kalktık, güneşli bir gündü. Şahane bir kahvaltı sonrası toparlandık, çadırları kapayıp yola koyulduk. Zirve yapacaktık. Aslında zirveye gidecek olanlar sabah altıda yola koyulmuş olmalı ama biz çok rahattık. Geceye kalacağımızı bile bile saat on buçuğu gösterirken anca toparlanabildik. Çok zevkli bir yürüyüştü iki saat kadar sonra Deniz gölü’ne geldik. Halim suyu koydu çayımızı yaptık, yiyecekler hazırlamıştık hepsi aşağıda kampta kalmış bir lokma bir şey yoktu yanımızda. Sonra yine devam ettik. En zor olan yerine gelmiştik, şelalenin şırıl şırıl akışını gördüm... Blok kayaların arasından öyle incecik buz gibi çıkan bir su düşünün., hiç güneş görmeden sizin içtiğiniz bir su. Allah´ın vergisi, elimi dolduran suları içince bunun su mu yoksa iksir mi olduğunu düşündüm.
"Ya ne yapacaksınız taa oralarda" diye bizi tenkit edenler vardı. Şimdi düşünüyorum da bırakın her şeyi, yalnız su içmeye olsa giderim oralara. Yalnız su içmeye. O Allah´ın bize verdiği gücü, kuvveti... O dağların taşların içinden çıkan o sular görünce" şükürler olsun sana Yarabbim" dedim. Oradan sonrası en zor olan bölümdü, enerji ve moral oldu o şelaleden içtiğim su ve tırmanışa devam ettim. Abim bayağı aşağıda kalmıştı. Ben ona taş düşürmeyeyim diye hızlandım biraz. Halim önden gitti. Onun zirveye çıktığını tahmin ediyordum.
Aşağı yukarı ondan yarım saat sonraydı, ben de zirvedeydim. Kaçkar zirve üç bin dokuz yüz otuz yedi metre.
Türk Bayrağını ve Halim´i gördüm. Daha sonra dağın komple diğer tarafını da, geçen yıl kamp yaptığımız Mezovit Deresini, gölünü, sonra aşağıdaki Büyük Deniz Gölü´nü, oraları görünce geçen seneki anılar canlandı birden ve bayağı nostalji yaşadım orada.
Zirvede bulunmak ayrı bir keyif hele bizim şansımıza o mükemmel hava olunca bir kat daha güzel oldu. Etraf pırıl pırıl, aşağılarda bulut denizi, vadileri doldurmuş. Karadeniz´i göremedik, komple bulutla kaplıydı üzeri, etrafta sıra sıra dizilmiş dağlar, buzullar, o manzaraya doyamadık. Bir saatten fazlaydı orada kaldık. Halim´le fotoğraf çektirdik, kamera çekimleri yaptık. Çok farklı bir duyguydu orada olmak, bir ideali gerçekleştirmiştik. Abimle birlikte çok mutluyduk. Bir de yanımızda çok sevdiğimiz Halım kardeşimiz vardı. Onunla orada olmak bizim için çok güzeldi, öyle mutluyduk ki bunu anlatamam.
Zirve defterine yazdıklarımız ve orada geçirdiğimiz zaman herşey cok güzeldi. Tam saat akşam altıda da inişe geçtik. İniş çok kolay geldi bana. Çok rahat bir şekilde yine çevreyi seyrede seyrede aşağılara indik. Deniz gölü´ne gelmiştik ki karanlık çöktü ve epey bir yolu yine karanlıkta inmek zorunda kaldık. Kamp bölgesine yaklaşmıştık, öyle neşeliydik ki gök yüzünde yıldızlar, öyle birden basladık, Erkin Koray´dan 'gökteki yıldızlar ' şarkısını söylemeye. Bağıra bağıra söylüyerek indik. Çadırlara geldiğimizde hemen yine işimiz vardı. Karnımız nasıl açıkmıştı bir şeyler hazırladık yedik hep beraber, sonra da yattık.
Ertesi gün kalktık o gün dinlendik bir güzel . Gece bir kaç saat uyku sonrası kampı gece yarısı topladık, tam gece saat üçü gösterirken inişe geçtik, karanlıkta kamptan sessizce süzüldük çadırların arasından. Tam iki buçuk saat sonra Olgunlar´daydık. Çıkışımız da inişimiz de gece oldu, çok yerleri iyice gündüz gözüyle göremeden geldik geçtik. Bir de hep şamata yapıyorduk. Biz bu gece yürümeyi huy edindik diyorduk. Gülüştük hep öyle.
Sabah Olgunlardayız, minibüs bekliyoruz neyse ki bayağı bekledikten sonra bizi oradan birisi aldı Barhal´a yakın bir yerde tam da derenin kenarında minibüsten indik. Oraya kamp atacağız. Barhal nasıl akıyordu… gürül gürül, çadırlarımızı kurduk. Daha sonra kahvaltı yaptık, orada iyice dinlendik.
Sonra derede yüzdük, o tertemiz dereye baktıkça öyle iç gecirdim "meğer böylesine güzel akan tertemiz derelere ne de hasretmişiz. Etraftaki manzara yüksek tepeler, yeşillik şahaneydi.
O akşam kocaman bir ateş yaktık, kütükler öyle saatlerce yandı. Halimin yaptığı lezzetli yemekler, içtiğimiz çaylar nefisti. Rüya gibiydi o aksam yaşadiklarımız. Dereye girdiğimde de, masallardaki gibi akıyor dedim durdum." Son olarak ben kamera çekimlerini yaparken diyordum;
"Mohikanların son dansı."
Güzel bir uyku sonrası sabah kalktık, uyandığım an derenin sesiydi tabii ki ilk duyduğum. Akşam yattığımız da kendi kendime demiştim" Bu gürül gürül seste nasıl uyuyacağım ben ve sonra anında hemen dalıp gitmişim, o derenin sesi nenni gibi gelmiş bana . Tıpkı bir annenin kucağında uyuyan bir bebek gibi uyumuşum. Deliksiz bir uykuydu bu . Dağda en rahat uyuduğum geceydi.
Daha sonra hazırlandık, acele geldik, Barhal´dan kalkan bir minibüsle Yusufeli´ne ve hemen sonra Erzurum´a otobüsle yolculugumuza devam ettik, Erzurum´a geldik, ve Ankara´ya giden bizi götürecek trene bindik. Halim orada kalıyordu, iki gün sonra gelirim dedi ve biz onunla orada vedalaştık. Tam on gün sonra Halim´den ayrılırken bize çok zor geldi , aslında birlikte dönmeyi çok isterdim Bursa´ya ama o öyle uygun gördü. Sonra şansımıza iyi bir trene denk gelmişiz ekspres, restorantı vardı. Bol bol çay içtik orada, güzel bir yolculuk oldu.
Sonra Ankara´dan Bursa´ya otobüsle geldik. Eve geldiğimizde hesapladım, otuz yedi saat sonra ayakkabılarımızı çıkardık ayağımızdan.
Şimdi bu satırları yazarken Almanya´da evimdeyim. Sanki ben buradayım da, yüreğim oralarda kaldı. Kim bilir bir daha ne zaman olur ama oralarda yaşadığımız o güzel günler yine bütün sene aklımdan hiç çıkmayacak.
O zirveye giderken içtiğim incecik akan şelaledeki suyu, Ovit Dağı´nda, Dilberdüzü´nde dolunayda gecenin gündüz gibi ışıl ışıl oluşunu. Gece boyu yaptığımız yürüyüşleri. Karadeniz´in en temiz ve en güzel akan Barhal deresini. O dagların içinde inanilmaz güzellikteki bakir, yalnız gölleri. Dağlardaki o sessizliği, hiç ama hiç unutmayacağım.
Dağlarda olacağım yine... Şahikalarında şarkılar söyleyeceğim...
Haykıracağım o sessızliğe... Melekler duyacak beni...
Yıldızlar toplayacağım...Uçsuz bucaksız uzaklara bakacağım...
Yine iksir gibi sularindan içeçeğim...Çiçekler toplayacağım...
Bir derenin kenarında, anasının kucağında uyuyan bebekler gibi uyuyacağım...
...
"Özgür olmak istiyorsanız dağlara gelin . ÖZGÜR DAĞCI orada... Sizi bekliyor...
Mutlu olacaksınız. Manayı arıyorsanız dağlarda bulacaksınız..."
Sevgimle
-----
Fikret Şimşek
15 Eylül - 2003
17 Mart 2008 Pazartesi
6 Mart 2008 Perşembe
Gecenin Nefesi Aşk
su yolunda düştüm aşkın peşine
bir üveyik sesiyle irkildim
çınladı içimin kuytularında yitik suskular
ak memesi boşaldı kızıl bulutun
rüzgâr geçitlerinde savruldum sessizliğe
çılgın koyaklarda yılansı dolandım
şehvet tırmandı doruklara
aşk içimde kor
boynu gözlerimde kuğu şöleni
gök yüzüne asıldı gülüşlerinde
çırılçıplak dansında ay’ın
geceyle derenin sesi düet
saçlarından zerrin
döküldü sırtında dövmelere
ıslak çığlık
bulut ipek/ten menekşe kokusu
bir yıldız titredi karanlığa
gökten bir elma düştü
dudakları gibi kırmızı
ağzı sulu sepken
ısırdıkça kütürdedi elma
şaha kalkarken ak yelesinde çığ
mor dağlara gerildi yay
uçtu hedefe ok
cennetti an
üzerimizde nar kızıllığı şafak
sürüldük m a v i l e r e
----
Fikret Şimşek
Gölgem sürünür
pembeler, gecenin koynunda asude
şehveti solur an, inlemeler kasırga
kirlenmemiş öpüşlerin nağmesi dudağımda
çağıltıdır ezgisi, yangınlardan ırmaklar
sessizliğinde gecenin, deli deli
çatırdadıkça buzlar, gölgem alevlerinde
derinde bahara kilitli, karanlıkta karınca
kanımda çılgın virüs, gecede alaz kardelen
vadilerin deli çiçeği, harlarınla çıldırt
yak artık… yak geceyi
çıplak karalarda yanmanın
çavlanda boğulmanın zamanı şimdi...
----
Fikret Şimşek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)