31 Aralık 2008 Çarşamba









Sevgili DOSTLARIM; Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyor...

Sevgilerimle....

16 Aralık 2008 Salı

Zerre ve Hiç



















SEMÂH



Tennûremin eteği daireler çizdi
Neyzen üfledi soluğunu
Ney’in nağmeleriyle nûrlar doldu içime
Semâh sürdü aşk ile

Sağ elimle yıldızları okşadım
Sol elimle sevdim karıncaları

Gönül imbiğimden süzüldü
Yayıldı ıhlamur kokusuyla mânâ
Sürmelerin aktı bahtı karalığıma

Yüreğimin tozunu saçtım uçurumlara
Nûrların içimde fesleğen rayihâsı
Hüzün peşrevi kondu gönül burcuma
Rûzigârında gamın hüzzâmdı bestesi

Çekildim dağlarda yalnızlığıma
Ayindeyim dergâhında
Şeyhim sen, mürîdin ben
Aşkınla gark oldu hücrelerim
Cennetten bir ırmaktı akan
Yıkandım nûrlarınla
Sen yanımla hayâlini tavâftayım
Damarlarımda kanımdasın
Beni sorarsan
Seninle hasbihâl canım

Yollarında zâyi bir garip seyyâhım
Ziyânın ferinden mahrum etme
Heybemde sen kokan o beyaz tülbendin
İçinde saçlarından bir tutam

Nûrum;
Ballarınla can buldum
Senin mübtelân oldum

----

esti rüzgâr "vuuuuuuuuuu "
şair dedi; "nûr"
neyzen üfürdü cenneti "huuuuuuuuu"
...
Fikret Şimşek





Dağların Nûru


Bir ateş yak... Işığınla aydınlansın
Yak ki ısınsın bu garip…

Ey! dağların nûru!
Beni yapayalnız bırakıp gitme
Işığınla aydınlatmıştın karanlıkları
Yine yansın ışığın.


Yapayalnız kaldığım mağaramda huzmelerin saçılsın…

Çok soğuk çıktı bugün. Bugün çok sert esti rüzgar.
Çok üşüdüm nûrum. Beyaz tülbendiyle odama gelen anam gibi,
gelseydin... Bir battaniye olsaydı ellerinde, örtseydin üzerime.
Sonra, bak; bugün hep gözlerime bir bulut çöktü.


Yanmadan, pişmeden yazılmaz derdin ya.. Yine dinlemedim seni. Kilitledim o mağaraya kendimi… Mum ışığında, elimde fakir kalemim, o garip hallerimi yazmadan edemedim.

---
Üç şey vardır, bunlar gösteriş için olmaz:

İnsan gösteriş için dağların zirvelerine çıkamaz. Zirvelere tırmanırken bunu anladım.
İnsan gösteriş için yazamaz. Yazarken de buna inandım.
İnsan desinler diye ölemez. Yaşarken de bunu öğrendim.


"İçine kapan...Önce yan...
Yan ateşlerde...

Kuş gibi kursağa çiğ kus...
Koyun gibi kay süt ver..." dedi Nûr.



Fikret Şimşek


*****

Gösterişin hükmü geçmez o ülkelerde!...
Çünkü dağ, yazı ve ölüm; üçü de çağırır insanı... zamanı onlar belirler...
Özellikle "şairler" diyor Nietzsche, "...ince duygulara kapıldıklarında, inanırlar bizzat doğanın kendilerine aşık olduğuna..." Çoğu kez de çağıran ve tutsak eden "dağ"dır...

Şiir ise, cennetten kovulup yazarının kollarına düşen...O ki şairi öldürüp kendini yaşatmakla yükümlüdür!...
Üstelik bilir ve bildirir ölmenin anlamını; doğmak için yeniden ve doğurmak için tabii ki....
Hiçbir yerde olmadığı kadar "son"suzluk hükmeder bu üç alemde...

Naime Erlaçin , Hanımın yaptığı bir yorumdur.


**** ****


Dağların Nûru/ II

Nasıl güzelsiniz
Gözlerimde şimdi sağanak
Mektubunuz ıslandı
Kaç kez; 'hakkını helal et' dediniz bu fakire
Kaç kez yüreğimi titrettiniz o melek hallerinizle
Eyvallah
Ümmiliğinde anın içim hoş oldu
Karanlık gecelerimde vuslatım hayalinizle
Girdim o mağaraya
Hep orayı arıyordum
Orayı
Mum ışığında okudum mektubunuzu
Küt küt attı yüreğim....


Kaf Dağın'da bir pınar varmış. İçenler başka alemlere dalarmış...
Billûr dereler akarmış. Akasyalar, manolyalar... Çeşit çeşit, daha nice çiçekler...
Ah! her yer anber kokarmış. Bülbüller ötermiş. Ceylanlar koşarmış özgürce ormanlarında.
Orda hiç gam olmazmış. Orda yalnız aşkı yaşarmış sevgililer. Orda nûrlar saçılırmış gecelerde. İsterse çıkarmış ayyuka aşıklar. En parlak yıldızın altında öpüşürler, koklaşırlarmış. Rüzgâr alır uçururmuş bulutlarda. Muhabbetleri hiç bitmezmiş.
Onlar karanlıkta da olsa, hep görürlermiş birbirini.

Hani; "Çağır beni... Çağır gelirim " derdin ya...
Ah be yâr!... Ah...
Ne derindi...
Figan yırtıldı sesim...
Duymadın... Duymadın...
Koklayamadım saçlarını...
Kanayan yerlerini saramadım...
Öpemedim doya doya....

Duyuyor musun Gül yüzlüm! yine cenneti solu… Gel gayrı... Gel...

Hakkını helâl et... İçirdiklerine... Verdiklerine Yaradan'ım bir yerine bin versin.

Fikret Şimşek






**** ****

Delişmen Düş



gül suyuyla yıkandım
narin ellerin
cemaline aynel yakin
kavruldu tenim
özgür bir dağdı coşan
uçurumda fıtratım sukut

tecelliye razıydım
çarmıhında asıldım
ellerimde kan/dilimde dua
intizar

gülü öpüş...
bir delişmen düş...



..

Fikret Şimşek



**** ****

Muhlis ve Melek



muhlis dedi;
"hiç"
melek dedi;
"nûr"
muhlis sordu;
"nedir"
melek dedi;
"iç"
ve içti muhlis nûr’u

birden bir sis hasıl oldu
daldılar içine
pırıl pırıl gökyüzü
ve gülen güneş karşıladı onları
heybetli bir dağ
berrak akan bir nehir
dökülen çavlan
bir masal ülkesiydi

karıncaları sevdiler
uçurumları geçtiler
ve tırmandılar zirveye
geceydi yıldırımlar ellerinde
bir melek döndü, bir muhlis………

....
Fikret Şimşek



**** ****


Reşha


hilal vurur
yusuf kuyularda reşha
iki büklüm
sarar elem
derinde kırılır fay
titrer gece
şems’ i doğurur şafak

mavilerde başlar düş...

...


Fikret Şimşek


**** ****


Kar ve Lav




bir âlev vurur dağlara
çığlar düşer
zerre dikilir kraterin ağzına
sen gelmezsin
âlem-i nâr cehennem bana

gelmezsin
canım kesilir
kanar sen yanım

uçur/sana...




"Ne kar krateri soğutur, ne lav kar’ı eritir" (*)
……


(*) Esadi ( Esat ANIK)


Fikret Şimşek

14 Ekim 2008 Salı

Şiirler / Zerre

Güz Yangını














suya hasret
forsalar kadar çatlasın dudakların
kır prangaları
deniz çırpınırken ufukta
damıt kızıl bulutu
iç kana kana

unut dünyayı
kasımpatıların üzerinde kalsın hüzün
flu mavide uyu

güneş yanığı tenin
ağzında çılgın senfoni
içime titrerken aşk
ıslak dalgaların sesi
kılcal damarlarıma kadar turkuaz

gecenin gözleri kapanıyor
karanlığa pusu kurmuş akrep
zamanı unutmuş yelkovan

güz mevsimi
gözlere oturmuş kan
tarlada kaldırılmamış
donmuş son hasat

düşü buz kesiği
üşüdüm
yalnızlık
güz yangını
çığlığı cehennem


...


Fikret Şimşek






ÇÖLDE ÜŞÜR YALNIZLIK



















ayak izleri de kayboldu
çöl fırtınasında
gök maviye çözülürken
önümde uçurum
şafakta yangın

atlasam öpebilir miyim ufku
başka kimse yok gayri duyacak
haykırsam
sesimi duyar mı yıldızlar

eğrelti bir aşk
çığlığı
çölde yitik
Z e r e f ş a n

Şair şimdi sus vakti


….


Fikret Şimşek

...
Zerefşan Amin Maalouf’un SEMERKANT adlı kitabında bahsi geçer, okuduğumda beni çok etkilemişti.
Semerkant ve Buhara’yı sulayan Zerefşan Irmağı’nın denize kavuşamadan çölde yitişi.



****

Kırmızı Güller














Şiirin Hikayesi


Erzurumlu ( Palandöken’lerden ) bir dağcı kardeşimin ( AYŞEGÜL ) İzmir’e tayini çıkmıştı. Yapayalnız ta oralardan ayrılışı içime işlemişti. Onun kimliğine girip bu şiiri yazmıştım o zamanlar. 5 yıl oluyor ben bu şiiri yazalı. O şimdilerde 2 yaşında bir kızı ve beyi ile çok mutlu. Sevgilerimle ...



Hiç geri bakmayacağım
Yoksa dayanamam
Zor gelir ayrılık

Sevdiklerim uğurlasın
Sarılalım doya doya
Özleyeceğim hepinizi
Gelirim ilk firsatta
Hiç unuturmuyum sizleri

Ardımdan bir tas su dökün
Su gibi akayım
Bir de kırmızı güller savurun anne
Bilirsin kırmızı gülleri çok severim

Baba son kez omzuna yaslanayım
Kızım de sarıl
Abla sen de gel
Bak! uzaklara gidiyor kardeşin
Abi sen götür beni istasyona
Kimse olmasın başka
O son düdük öttüğünde
Camdan uzatayım
Sımsıkı tut bırakma ellerimi
Son defa el salla
Tren kaybolana dek bak ardımdan

Bir dünya istiyorum anne
Güzel insanlar olsun
Yürekli
Şerefli olsun
Kötüler uzakta dursun
Kalpleri sevgi dolu
Riyasız, yalansız olsun

Dağlar gibi
Dimdik dursun insanlar anne

Hiç eğilip bükülmesin
Zor gün dostu olsun
Can olsun sarılsın

Bak kızın nasıl da yürekli
Korkusuz, cesur
Sizler rahat olun anne
Tasalanmayın sakın
Yağmur yağdığında
Beni hatırlayın
’Göklerin ağladığı yetsin
Yavrum gülsün
Hiç ağlamasın’

Dualar okuyun ardımdan
Yardım meleklerı göndersin Rabbim

Allah´a emanet yavrun
Allaha emanet anne!!


.....

Fikret Şimşek



****


EKİM KIRILMALARI


















dokudum dün gece
atkısı saçların, çözgüsü gözlerin
en güzel kumaştı
zulamdan döküldü aşk
yine şiirdik tezgahların uğultusunda
şarkımızı söyledim
uyuyan güzeliydin sen o masalın
hiç duymadın

devrildi sensi viyadükler
savruldu kan çiçekleri
sokak lambalarının huzmelerinde
vurdu sensizlik kaldırımlara

ah!
öylesine
eridim şafakta

martıların takla attığı vakit
ufukta çözüldü pranga
büzüldüm poyrazda
fırından aldığım taze ekmek
sıcacık
paylaştık martılarla
martılar avare... ben avare........

……

__Bir düğme…. İşte; sendeki ben; iliğinden fırlamış……. Yitik__



Fikret Şimşek



****


Hengâme




























bir pervane dönüyor alevlerin etrafında
ah ! alazlanmış kanatları
ha düştü ha düşecek ateşe

boynu bükük kardelenler üzerine
çığlar dökülüyor dağın yücelerinden

ah ! bir garip
gecenin sessizliğininde
hilal duruşlarda
fecrin yangınlarını içmek için
ıslatıyor çatlamış dudaklarını

ah ! sarsak gölgem
mum ışığının titreyen alevlerinde
sırılsıklam ter içinde
bu karabasan
yalnızlığım

bir nehir çağıldıyor
derinlerde
beni çağırıyor
içine alıyor sessizce
o hengâmede kıvranıyor benliğim...


--------
fikret şimşek



****

Hare Hare / Aşk ve Yalnızlık



















_Düşecek bir uçurum... Uçacak bir yıldız arıyordum... Meğer senmişsin ey yâr_

....
dağdaydım bir başıma
ne ceylan gözlüm geldi, ne de papatyalar vardı
çok bekledim gelir diye ama gelmedi... gelmedi

hare hare harelenseydi... harelenseydi
atılsaydı kollarıma... duldasına alsaydı o dağın
içirseydi dudaklarından... kana kana içirseydi aşkı
titreseydi... solusaydı ılık nefesini

hadi gel yâr... gel de çıldırsın gece

_Zülfüyâre sevdamızdandı sarhoşluğumuz... Bir mabette ayindi bizde aşk_

dün gece bir çocuktum dağlarda
sessizliğin içinde yürüdüm
yalnızlık ve karanlık
sevişti gözlerimde
dilimde bir şarkı... seni söyledim yâr

yağmura susayan çölüm sensiz
kan kustu yalnızlık... gelmedin

yıldızlar... bir de hayalin sevgili
düştü göllere
içimin suskuları haykırdı özgürlüğümü
gözlerini koydum dağlarıma
bir de yalnızlığımı

dağın kokusunu çektim
sen doldu içim
gece sensizliğe
dolunay patikalara yoldaş
seni sordu o son yıldız vedasında
ecesi küstü dağına
gökyüzü ağladı yalnızlığıma

_Gelmedin... Vurulmalarda can... Bir ceset kadar sessiz şimdi dağlarda an_


...
Fikret Şimşek


****


Aşk-ı Bâde



























Ay asılmış bulutunuza
Süzülüyor doruklarınızdan
Pembe
Sağanağım oluyorsunuz
Yağmurunuzdan öpüyorum


Keşke söz verseydiniz
"Bir gece geleceğim " diye
Sonra, hiç gelmeseydiniz
Her gece ölseydim
Ölseydim gelmeyişinize





Fikret Şimşek



****


VUSLAT-I AŞK

















sevi tarlası gökyüzü
gecenin gözleri acıldı aşka

gül kokulu uykumda
öpüştü yıldızlar
düşümde uyandı şiir

nûr saçıldı semaya
canıma can geldi
cennetim
cânânım geldi

...


Fikret Şimşek

20 Eylül 2008 Cumartesi

RAMAZAN ve ÇOCUKLUĞUM
















Ben ailemizin beşinci çocuğuydum. Benden küçük bir de erkek kardeşim vardı.
Hepsi kalkarlardı sahura. Bir beni, bir de kardeşimi, biz küçüğüz diye kaldırmazlardı.

Anneciğime tembihlerdim;

-Anne ne olur beni de kaldır. Ben de tutcam oruç.
Kıyamasa da, bazen kaldırırdı Rahmetli. Nasıl sevinçle otururdum aralarına.

Bazen de bir uyanırdım, herkes yemeğini yemiş, sofrada kimse kalmamış, Annem toparlıyor sofrayı. Ay ne fenaydım, nasıl böberlenirdim. Annem bana böberli derdi, çok fena olduğumdan bana o adı takmış. :-))) Ben nasıl söylenirdim öyle böberli böberli.

-Beni neden kaldırmadınız, ben de tutacaktım oruç...

Öyle güzeldi ki Annem, illa bir şeyler yapardı, beni yine sakinleştirirdi.
-Hadi şimdi niyetlen. Derdi. Ben de niyetlenirdim.

Tabii gün uzun ben acıkınca gidiyordum Anneme;
-Eee Anne ama ben acıktım, daha ne kadar var iftara? Rahmetli bana aynen şöyle derdi;

-Sen şimdi ye, sonra yine niyetlen. :-)) Tabii benim aklım ne kadar erecek.
-Eee Anne öyle olur mu?
Annem;
-Olur olur, çocuklar iki kere de niyetlenir. Ben bir güzel karnımı doyururdum. Sonra akşam da iftar sofrasında herkesle beraber orucumu açardım. :-)))

Her Ramazan bunlar gelir hep aklıma. Hiç unutulur mu?

Benim çocukluğumda mübarek Ramazan kış aylarına denk geliyordu. Bazen davulcuyu beklerdik, ikinci katta sokağa bakan bir penceremiz vardı. Lapa lapa kar yağıyordu, sırtında uzun paltosu, yüzü görünmüyordu, nasıl sarılmış adamcağız. Davuluna vura vura geçip gitti sokak lambasının o aydınlattığı karanlıkta.

Ramazanın yarısına doğru bahşiş için bizim bahçeye girerdi. O zamanlar zaten bahçe kapısını kilitlemiyorduk. (Daha kötü insanlar yoktu bizim oralarda.) Adam açar girerdi dış kapıyı. Ama nasıl yankı yapıyordu davulun sesi bahçemizde. Bizim odanın camları zangır zangır titrerdi vurdukça. İlla bahşişi biz vermek isterdik. Babam kardeşimle bana pay ederdi paraları... Biz de uzatırdık camdan sevinç içinde. Davulcu amca manilerini yanık yanık okurdu.

Bir de ramazanda bozacımızdan bahsetmeliyim. Ben çok severdim, ah ne tatlı olurdu. Bozacıyı kaçırmazdım. Tam geçerken bizim oradan;

-Amca bekle hemen tası alıp geliyorum. Derdim.

Bir sefer tasımız vardı. Ne bileyim hep o tasla alırdık. Annem bardaklara koyar hepimize paylaştırırdı. Tarçın seperdi amca bir de üzerine.

-Amca bol olsun tarçını ! Dediğim bugün gibi aklımda.

Yaaaa... Şimdi boza da yok ama canım çekti vallahi. :-)))))))) Almanya’da olmayan bi şey kalmadı, diyoruz ama bir tek boza yok işte.

Bazen biz top patlamadan evvel arkadaşlarla vakti beklerdik. ( O zamanlar Tophaneden top atılırdı Bursa’ da .. ) Bizim sokağın üst taraflarında bir tepeden duyulurdu.

"Gümmmmmm !......."

Sesini duyduk mu topun bizi kimse tutmasın. Son sürat bağıra bağıra evlerimize koşardık.

-Top patladııııı !......... Top patladıııı !........

Bahçe kapısından girdiğimde herkes sofraya oturmuş olurdu. Ben ablamla ağabeyimin arasında otururdum. Herkesin yeri belliydi, yer sofrası o zamanlar. Bir tahta sinimiz vardı. Sıralanırdık etrafına.
Annem ne de güzel yemekler yapardı... İftar vakti radyoda neyin nağmeleri ve İstanbul için iftar vakti diye o huşu dolu yapılan dua... Annemin yüzünde nur, başında beyaz tülbenti ve o evimize yayılan yemeklerin rayihası. Tabaklarımıza yemeklerle birlikte sevgi dolu yüreğini de koyuyordu canım Anneciğim.

Ramazanda tabii en güzeli o davetler. Offf... O börekler, çeşit çeşit yemekler... Biz; 1950 yılı Bulgaristan muhacırlarındanız. Yani ben ilk Türkiye’de doğan çoçuğuyum ailemizin. Bizlerin en meşhur yemeği davetlerde; Kapama ( kuzu eti ile pilav.) Bu fırında olur. Bir de ; Yufkalama ( Kuru yufkalar kırılır üzerine hindi haşlama) nasıl neşe içinde olurdu iftar sofralarımız... Kalabalık ailemiz ve eş dost...

Ahhh ne günler... Ne günlerdi...

Rahmetliler; Babacığım... Anacığım... En büyük Ağabeyim... Nur içinde yatsınlar. Cennet mekanları olsun....

Bir araya geldiğinde canlarım, biliyorum beni hatırlarlar... Ağabeylerim... Ablacığım... Kardeşim... Canlarım... Ve o beni canı bilen sevenlerim.....

Yine benim yerimi unutmazlar...
Ben yine onların sofralarında olurum...
...

Sevgili DOSTLARIM ; Allah cümlenize sağlık dolu Ramazan sofraları nasip etsin..


Uzaklardan selam olsun...

...

Fikret Şimşek

21 Ağustos 2008 Perşembe

Kaçkar Dağı Tırmanışı / 1 – 5 Ağustos - 2008

.... Sevgli dostlarim, fotograflari tiklarsaniz orjinal büyüklügünde görebilirsiniz. / iyi seyirler...


"Dağlarda olacağım yine
Şahikalarında şarkılar söyleyeceğim
Haykıracağım o sessizliğe
Melekler duyacak beni
Yıldızlar toplayacağım
Uçsuz bucaksız uzaklara bakacağım
Yine iksir gibi sularından içeçeğim
Çiçekler toplayacağım
Bir derenin kenarında, anasının kucağında uyuyan bir bebek gibi uyuyacağım..."











2003 yılı çıkmıştık en son. Yaşadığımız o günleri anlattığım yazımın finaliyle başladım yazıma.
Bu üçüncü gidişimizdi Kaçkarlar’a. Beş yıl aradan sonra yine öyle sevinçle düştük yollara. Her gittiğimizde yine geleceğiz diye söz vermiştik. Doyamıyorduk, öyle güzel ki Kaçkarlar "O sularından içen iflah olmaz" demişti Halim Diker kardeşim bana. Şimdi onu daha iyi anlıyorum. Yine dönüş yolunda, bir daha nasıl gideriz diye planlar yapmaya başlamıştık bile. Yalnız bir daha uçakla olmazsa gitmem. Bu sefer çok zor geldi bana otobüsle yolculuk.

1-Ağustos- /Yusufeli'ne vardığımızda saat 15.00 di. Olgunlar'a giden minibüsler gitmiş, ancak Barhal'a kadar minibüs bulabilmiştik. Oradan da denk gelirse gideriz, yoksa kamp atarız Barhal deresinin kıyısında dedik ve Barhal'a kadar geldik. Barhal beş yılda epey değişmişti.















Dağcıların konaklayacağı pansiyonlar yapılmış. Küçük barakadan evler. Çok da güzel olmuş. Orada işletmeci arkadaşın çay ikramı bize çok iyi geldi. Sonra araba bulamayınca biz de kamp atacağımız yere yürüdük.















Tam çadırımızı açmıştık ki Mevlüt arkadaşımız koşarak geldi. "Toparlanın bir kamyon gidiyor yukarıya, sizi de söyledik götürecek" dedi. Bir bayan vardı küçük çocuğu ile Yaylalar Köyü'ne gidicekti, onu da almış kamyoncu. Onlar zaten tanışıyorlar. O yörenin insanları birbirini tabii ki tanıyor. Kamyonun arkasında tuğlaların üzerinde hoplaya zıplaya o virajlı ve bazı yerleri epey bozuk olan yola devam ettik. Karanlık çökmeye başlamıştı ki nihayet geldik Mikelis'e. Biraz orada bekledik. Yaylalar'a bizi o köyden biri gelip ciple götürdü. Bayanı Yaylalar Köyü'nde bıraktık. Üç kilometre yolumuz kalmıştı, arkadaşlar sağ olsun bizi Olgunlar'a kadar çıkardılar. Gecenin bir vakti orada artık para değil de insanlık öne çıkıyor tabii ki. Otuz bin TL. aldı arkadaşlar bizden. Sağ olsunlar. Ki yüz bin versek çıkamazdık. Götürmeseler bir yere çadır kuracaktık. Olgunlar'da pansiyonda kaldık o gece. Yorulmuşuz, öyle de güzel uyuduk.















2- Ağustos /Olgunlar'da Sabah bir katırcı ayarladık, Ahmet amca bizim sırt çantalarımızı yükledi katıra ve koyulduk Dilberdüzü'ne doğru yürümeye. Ben amcaya " Amca sen git kamp bölgesinde birine bırak bizim çantaları, biz öyle fotoğraf çeke çeke, etrafı seyrede seyrede geliriz, sen al şu paranı" dedim ve parasını ödedim( 80 bin TL. Helal hoş olsun.)














O öyle hızlı hızlı yoluna devam etti. Patikalarda ilerledik. İki saat kadar yürüdükten sonra bir yaylaya geldik.















Taştan küçük yayla evleri ne kadar güzeldi. Buraya son geldiğimizde gece olmuştu. Dönüşte de geceydi inerken. Yaylayı görmüştük ama manzarasını görememiştik. Bu sefer tam oldu. Bayıldım bu yaylaya ben.
















Sessizliğine. O yanında akan dereye. Etraftaki o manzarasına. Bir gün oraya geleceğimi söyledim yayladan bir genç kıza. " Buyrun gelin bekleriz " diye seslendi bana.Sekiz hane kalıyorlarmış. Hayvanlarıyla birlikte, yazı orada geçiriyorlar.

Biz fotoğraf çeke çeke zevkle rahat bir şekilde kamp bölgemize yaklaşmıştık ki amca dönüyordu. Onunla tekrar görüştük ve amca "Dönüşte ayran ikram edeceğim, bana uğrayın "dedi. Öyle ayrıldık. Biz bir saat kadar daha yürüdük ve kamp bölgemize geldik. Amca "Buklamaniya'nın aşçısı Ahmet'e teslim ettim çantaları" demişti. Aynen öyle bir kenarda bulduk eşyalarımızı. Ahmet seslendi "Bursalı’lar hoşgeldiniz" Amca demiş Ahmet'e
"Bursalı’lar gelecek onların bu çantalar." Daha sonra yanımıza geldi ve tanıştık.















Rahatça çadırımızı kurduk ve o yeşil Dilberdüzü’nün keyfini çıkarmaya başladık. Tam da çiçek mevsimiydi. O derelerin çağıltısı...
















O çiçekler... Ben hemen bir demet çiçek topladım. Bir kayanın üzerinde bir bardağa koyduk, öyle güzeldi ki, yine fotoğraflarla o anları ölümsüzleştirdik.

















Hep bir dostumun benim için yazdığı bir şiiri hatırladım. O can dost Kaçkarlar’ da olduğumuz süre aklımdan hiç çıkmadı. Karayemiş topladım bir duvarın üzerinden bir ağacın dallarına uzanıp, nasıl hatırlamazdım Secaattin dostumu. O sislerin etrafımızı sardığında... O çiçeklere baktığımda... O derelerin köpük köpük akarken gürüldeyişlerinde... Nasıl hatırlamazdım...
















Rüzgâr mintanını sarar tenine
Terinle serinlik siner içine
Karışır rutubet suyun sesine
Kaçkarlar’da mola verdiğin zaman

Giderken gülümse çamlara bir de
Yitirme yolunu sislere gir de
Aklına gelirsem adımı an da
Selamla dağları güldüğün zaman
...
Toynak

Bana ithafen yayınlamıştı bu şiiri Secaattin dostum. Daha uzun bir şiir ben sadece iki dörtlüğünü aldım yazıma. Gönül mahsenimin en güzel yerinde duruyor bu şiir.

Meğer o zamanlar Secaattin dost da oralardaymış. Bana döndüğümde mesaj yazıp anlattı. O da beni anmış... Kalp kalbe karşı derler ya... Hatta dağlara ‘Zerreeeeee’ diye bağırdım diye yazdı bana . Nasıl duygulandım bunları okuyunca bilemezsiniz. Sağolasın can dostum... Eksik olma...

Akşam hava bozdu, biraz yağmur yağdı. Sabah zirveye gideceğimiz için erkenden yattık zaten.

3-Ağustos/ Sabah 04.30 da kalktık ve kahvaltıdan sonra 05.40 da başladık zirveye doğru yol almaya. Sis vardı ama "açılır birazdan" dedik arkadaşlar "beklesek mi yoksa" diyorlardı ama ben "yok biz yola çıkalım açılır birazdan" dedim. Ve aynen de öyle oldu. Yukarı çıkarken daha sis dağılmaya başladı. Bir saate kalmadan güneşi gördük bile.















Gece yatmadan önce yine zencefil ve ıhlamur kaynatıp ilaçlarımla birlikte içmiştim. Benim kaderimdi sanki, Ağrı Dağı’na da böyle hasta çıkmıştım. Rize Devlet Hastanesi'nde acilde güzel bir muayene oldum. İki saat kadar müşaade de kaldım. EKG ve kan tahlili yapıldı. Yolda fenalaşmıştım. Bursa garajında yediğim yemek beni maf etmişti. Nefes almakta zorlanıyordum, bir de terliyordum da. Gaz sıkışması teşhisi kondu. Bir de enfeksiyon. Doktor kalbinde bir şey yok dedi. Ve bu ilaçları alıp dikkatlı olarak dağlara gidebileceğimi söyledi. İlaçlarla yollarda iyileştim. Kendimi iyi hissediyordum ama bir korku girmişti bir kere. "Nerde trak orda bırak" diyordum kendi kendime.
















Yanımızda Avusturalya’lı bir bayanla bir Türk arkadaş vardı, ikisi de psikiyatrist. Onlarla birlikte gitmeye karar vermiştik akşam yatmadan önce. Onlar ilk kez zirve yapacaklardı, bizim ikinci çıkışımız olduğu için rotayı bildiğimizden onlara faydamız olacağını söylemiştik. Deniz Gölü'ne geldiğimizde ilk zorlu etabı çıkmış olduk .


















Oradan öteye bir zor etap daha kalıyordu o da hakikaten epey dik bir eğimdi. İşte oraya da karar anı diyorlar. Bazıları oraya gelince "Ay daha buraya mı çıkacağız" deyip dönüyormuş... Yani tabii kendine güvenen çıkıyor.

Biz kararlıydık, devam ettik. Kar da vardı bu sefer. Daha önceki çıkışımızda kar yoktu. Hatta bizden on gün önce çıkanlar hat kurmuş bazı yerlerde. Dağcı kazması olmadan çıkılmıyormus. Bir de Krampon botların altına. Biz ekipman olarak bir şey götürmemiştik. Ama gerek de olmadı. Sadece ben bilhassa karda da yürümeyi tercih ettim bazı yerlerde. O da zevk veriyordu bana.

Kardanadam dost Oralarda aklıma geldi. O karların üzerinde yürüken, ah bir vakit olsaydı da bir kardanadam yapıp fotoğrafını çekseydim. Lakın bize durmak yoktu hep yürüdük. Celâl dost, güzel yürekli şairim sana söz bir gün senin için bir kardanadam yapacağım.
















"Siz taş kümelerini takip ederek gidin biz yaşlıyız yavaş yavaş geliriz" demiştik arkadaşlara. Onlar gözden kayboldular. Bir ara çok mesafe olsa da onları görüyorduk. Yanlış rotaya sapmışlar, bir de İsveçli bir çift vardı, onlar da gitmiş arkalarından. Oradan devam etmeleri mümkün değildi. Aşağıya inmeleri için bağırdık. O İsveçli çift anlasın diye ben "Aşağıya, aşağıya... Yanlış rota.... Yanlış rota" diye bağırıyordum. Sonra indiler. Rotayı gösterdik öyle devam ettiler.
















Daha sonra İsveçli'lerle karşılaştık. Gülerek bana "Yanlış rota" diyorlardı. Gülüştük öyle. Zirveye vardığımda bizim arkadaşlar oradaydılar. Bir de İsrailli bir gurup genç vardı.

Daha sonra arkadaşlarımız dönüş için indiler. Ağbeyim de tırmanışını tamamladı onu zirvede karşıladık. 60 yaşında yine Kaçkarlar'a çıkmayı başarmıştı Hikmet ağabeyim. Birlikte fotoğraflar çektik. Ağabeyim ve ben çok mutluyduk. Sadece ikimiz önümüzde rehber olmadan zirveye çıkmayı başarmıştık.

















Diğer gurup da indi. Ağabeyim "İki kardeş sade biz varız zirvede Fikret" diyordu. Fotoğraflar çektik. Süper bir hava vardı şansımıza. Bir saate yakın kaldık zirvede.
















O eşsiz güzellikteki manzara ve bizim orda olmamız... Çok ama çok güzeldi. Beş yıl önce bir serçe avucumun içine kadar gelmişti. Bir kırık bile yiyecek yoktu yanımızda. Ona bir şey verememiştim ama içimde kalmıştı. O serçenin mutlaka oralarda bir yuvası vardı. Ben yine görürüz belki diye çantama ekmek koymuştum bolca. Ve inanılmaz bir şey yine bir serçe dolanıp duruyordu yanımızda. Beş yıl önce gördüğümüz serçe miydi acaba dedim durdum. Belki de onun yavrusuydu. Birkaç metre ötemizde bizim gitmemizi bekliyordu. Ekmekleri oraya koyduk.

Başımızın üzerinde siyah bir kartal tavaf ediyordu. O kartalın kanatlarını göğsüne çekip öyle uçurumlara dalışlarını seyretmeye doyamadık. Bir de öyle Bulutların arasında süzülüşü. Hep bir kartalın böyle üzerimizde uçmasını hayal ederdim. Bu gerçek oldu. Soluğunu ensemde hissettim adeta. Onları bize yaren olsun diye, biliyorum Rabbim gönderdi.

On üç saat sürdü zirveye tırmanışımız ve inişimiz. Fakat itiraf etmeliyim zorlandık. Öyle kolay da bir şey değil bu dağa zirve yapmak. Bir kere yollarda zaten perişan oluyor insan. Ama bu zor bizim hoşumuza gidiyor. "Zoru seçmelisin dostum... O zor ki seni güçlü kılar" O gece kampta dinlendik. Delilik işte bu. İkimizin fotoğrafına bakarken ben öyle de yazdım.
















"Nerde delilik varsa... Orda çıldırıyorum......... "

4-Ağustos/Sabah erken kalkıp çadırımızı topladık ve dönüş için yola koyulduk. Saate baktığımda 08.30 du. O çantalarımız sırtımızda üç saat sonra Olgunlar'a geldik. Minibüsler sabah saat 06.00 da kalkıyormuş. Biz gidebildiğimiz yere kadar gider derenin boyunda kapm atarız dedik. Ama Ahmet amcanın o ayran ikram edeceğim deyişini unutmadım. Evine gittim ve çaldım kapısını. Kızı açtı kapıyı. Babası evde yokmuş "Bahçeye gitti babam" dedi. Ben de "Baban ayran ikram edeceğim demişti" dedim. Kız "Hemen getireyim, bekleyin" dedi. Ben gülüyordum ve aynen böyle dedim. "Ayranı içmeden bir yere gitmem" O yayla ayranın tadını bir bilseniz... Ahhh... Ne güzeldi, iki bardak içtim. Kızcağız "doldurayım daha" diyordu. "Yetti bana, çok güzelmiş" dedim ve içtenlik dolu teşekkür ettim. Babasına selamımızı söylemesini tenbihledim ve ayrıldım Ahmet amcanın evinden.

Ağabeyim üç km Yaylalar Köyü'ne kadar bizi götürecek bir araba bulmuş, burada bir arkadaş gidiyor dedi ve sağolsun bizi Yaylalar Köyüne kadar bıraktı bir güzel insan.

Oradan aşağıya saatlerce yürüdük. Bir kamp yeri bulamadık. Çok yorucuydu. O çantalarımızla güneşin altında öyle yürümek çok da artık zevkten işkenceye dönüşmeye başlamıştı. Ama bizi alacak biri çıkmadı yolda. Ben bir ara koptum adeta. Ağabeyim ne yapsa bana yetişememiş.

















"Nereye gitti Fikret böyle" deyip arkamdan yetişmeye çalışmış. Ben bir cip görmüştüm öyle geçti gitti ama bir yerde durdu bi şeyler topluyorlardı derenin karşı tarafında. Ben çantalarımı attım kenara, artık devam edemeyeceğim dedim. Sonra ağabeyim geldi. Ben ağabeyime "Bir konuş bakalım belki dönüşte bizi alırlar. Dönecekler mi bir sor" dedim. Ağabeyim yanlarına gitti konuştu. Genç mühendislerdi, iki kişi. Bizim için döndüler ve bizi 3- 4 km aşağıya bıraktılar sağ olsunlar.

Hele biz kalabileceğimiz bir yeşil alan bulabildik. Yoksa derenin boyunda hep böyle direk sarp yerlerdi. Yanlız gençler "Burada insandan çok ayı var, siz nasıl korkmuyorsunuz, burada nasıl kalacaksınız?" dediler. Ben de "Korkmuyoruz, daha önce de kalmıştık" dedim. Onlar nasıl bakıyordu şaşkın şaşkın yüzümüze.

Çok teşekkür ettik genç kardeşlerimize. Hakikaten taktir ettim bu güzel insanları, bizim insanımız işte böyle. Allah razı olsun bizi yolda bırakmadılar. Yönlerini çevirip bize yardımcı oldular. Para geçmiyor böyle yerde. İnsanlık işte. Bizi bıraktılar, aşağıdan dönmüşler onlara nasıl el sallıyorduk kamp kuracağımız yerden. Kesin aralarında konuşuyorlardır "Bunlar iki deli" diye.

















İşte bu uzun yürüyüşten sonra "Mohikanların son dansı" diyorduk yine gülüşerek ağabeyimle. Çadır kurduğumuz yer Demirdöğen... Demirdöğen deresinin dibindeydik. Derenin o sesi... O gece yaktığımız ateş... Ve tadımlık da olsa ağabeyimin tuttuğu alabalıklar. Ha geldi ha gelecek diye beklediğimiz ayılar. Elimde fener, ben iki saat nöbet tuttum. Ateşin başında. Ağbeyim uyudu. Bana "Sen beni on ikide kaldır ben iki saat uyusam bana yeter" demişti Hikmet agabeyim. Baktım derin uyuyor. Odunların hepsini attım ateşe ve ben de girdim çadıra. Hemen uyumuşum. Bir ara bir patırtı oldu, ben sıçradım "Eyvah ayı geldi" dedim birden. Meğer ağabeyim uyanmış benim çadırda olduğumdan habersiz, dışarıda sanıyor beni, elini atmış öyle üzerime, tam da yüzüme. " Ya sen ne zaman girdin çadıra" diyordu. "Yat ağbi ya, ben ateşe attım odunları, uyuyalım bir güzel" dedim. "Yok ben çıkıyorum dışarı dedi." Saate baktım gecenin 01.00. Ben hemen uyumuşum yine.

5-Ağustos/Ağabeyim ateşin başında sabaha kadar nöbet tutmuş. 05.00 de uyandırdı beni. Sonra ben çadırı topladım o alabalık yakalıyordu. On beş dakikada iki tane daha yakaladı. O ara ben çadırı toplamıştım yarım saat daha vaktimiz var derken bir minibüs korna çalıyordu yolun kenarında. Geliyoruz dedik ve acele toparlandık. Ver elini Yusufeli.
















Ve oradan da Bursa'ya direk otobüs varmış, yerlerimizi ayırttık ve sabah kahvaltımızı yapmak için bır lokantaya daldık. O balıkları da birini bulduk, biraz bozuk para vardı elimde, verdim adama, dedim "Bunları bi yerde pişirtebilir misin?". Verdim o iki alabalığı. O da evine götürüp pişirtmiş. Biz çorbalarımızı içmiştik ki getirdi. Ağabeyim garsona sordu "Burada yesek bunları". Ben gülüyorum. Ya alemiz. Orada bir de o alabalıkları yedik. Lokantanın ekmeklerinden de tabii. Ama helalleştik sonra.

Bir macera daha böyle sona erdi. Biz yorgun argın otobüs yolculuğumuzun sonunda Bursa’ya geldik. Bir dağ masalıydı sanki yaşadıklarımız. Yine rüya gibi anlar.... Derelerin gürül gürül akışı... Rengarenk çiçekler. Kaçkarlar’ın tertemiz havası... Yaylalardaki taştan evler... O güleç yüzlü insanlar...

Yine bir gün geleceğiz Karadeniz... Yine bekle bizi Kaçkarlar...

















çektim kana kana
doldu ciğerlerim
memleket içimde

melekler türkü söylüyor
kulaklarımda sesleri

çiçek kokuyor ellerim
Kaçkarlar'da kaldı yüreğim.........
....





20/Ağustos/2008 / Willich
Fikret Şimşek

22 Mayıs 2008 Perşembe

DOSTLARIMDAN BANA ŞİİRLER





















Fotoğraf; Halim Diker / Can dostum.



.....
Daha önce de bana siirler yazan dostlarim oldu. Hepsini bu sayfada toplayacagim. hepinize ayri ayri cok ama cok tesekkür ediyorum . Harikaydınız... Beni çok mutlu ettiniz.... Sevgilerimle.... Zerre/ Fikret Şimşek


-------



Gecen gün bir dosttumdan böyle bir mail aldim.
Kendisi bana siirler yazmis...
O siirlerini bir yerde yayinlamamis olsa da
ben yine sayfamda bana yazilan siirlerin arsinda bunlari
yainlamayi uygun gördüm. Kendisine cok tesekkür ediyorum.








...

Başını gökyüzüne uzatmış
Yıldıza güneşe selam çakmış
Karları perçem yapmış
Arkadaşsızlıktan bıkmış

Gel yasla başını omzuna
Güçlü dimdik duran vücuduyla
Zirveye ulaştığında
Emrine amade dost bulursun
Ayağının altında

Yalnızlığı yanında yoldaşı
İki tas konservedir aşı
Onlar gibi hep diktir başı
Dağların en vefalı arkadaşı.


.........

Başı duvaklı dağların, adsız prensi
Sırtındaki ağır yükten gocunmadan
Sevdiğinin duvağını açabilme telaşında
Alnına bir öpücük kondurabilme amacında


13.3.2008
camgüzeli



******


ZİRVE AŞKI

Zerreyken zirvede büyük gölgeyim
Yakınım bulutlar, pamuk çöldeyim
Uzansam tutacak gibiyim onu
Kaybetmen senleri, benli bendeyim

Bedenim zirvede, melek misalim
Bulutlarda dansım, atlas hayalim
Rüyada gibiyim, anlatılmazda
Söyleyin dostlarım, nedir mealim

Ben bazen bir deli rüzgâr olurum
Uçurtma düşlerim, gökte kalırım
Varsın ipin ucu elinde olsun
Huzurun hasını sende bulurum

Bu hazzı tadalım, haydi kirve de
Beden düzde olsa, yürek zirvede
Güzüm kapansa da toprak hücrede
Hazlar hep olacak fâni Zerre’de

Cemil YILDIZ
24.12.2008


******

Bir " Zerre " Suskunluk



Bir kalemi
Bir de dağları


I.
Gezdi dağları
Tırmandı özgürlüğe
Zirvesinde haykırdı
Yürek çığlıklarını

II.
Soğuktu
Dumanlı ve karlı dağlar
Sevgi ateşi eritti yolundaki karları
Yüreği hiç üşümedi

III.
Dökmeli,anlatmalı
Sayfalara heyecanını
Bilmeli insanlar
Dağlardaki hayatı

IV.
Kalem yazdı...yazdı...yazdı...
Yürek çağlayıp aktı
Duygular coştu..coştu..coştu...

V.
Haykırırcasına
Bağırırcasına
Başkaldırırcasına
Kalem sustu

------------

Bir Zerre sustu....

...



dearmoon


**** ****

Zerre’ye


..../ "_ZERRE_" sevgili arkadaşım Fikret Şimşek Beye



patikaların karlarını
kürekle kürür müsün?
ne zaman tırmansan
Alpler’in zirvesine
oradan bizleri de
görür müsün?




hangi dağın koyağındasın şimdi?
hangi ulu çamın kavuğunda?
ne yapıyorsun zirvelerde
mübarek bayram arifesi
ve bu Allah’ın soğuğunda



arkadaşım zerre!
nasılsın?
iyi misin?



şu sarp kayalara tırmanmayı
ve o yüce dağlarda
zerre olmayı

bize de öğretir misin?


...


Celal Çalık


**** ****


BİR ZERRE ŞİMŞEK


_Şiirin Hikayesi_

"Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

Su zerrelerine ışık vurunca parıldar. Su akarken taşlara çarparak zerre zerre olur. Su zerre zerre olsa da onun yolundan dönmez." Fuzuli




" Bu siir _ZERRE_ / Fikret Şimşek dostuma ithaftır.

_ZERRE_ dilinden bir nihan-ı şiir



Zerre olsan damlasan da en derinde bir yerlerde gizlensen
Sana nasıl vurgunum aşk-ı ateşimi eriyerek izlesen


Vakitsiz esen rüzgârlara yenildim
Çok yorgundu mağrur kalbim
İşte senden önceki hikâyem
Ne varsa geç bir kalem

Ve çıkageldin köpük köpük coşku
İpil ipil bir kış güneşi hararetinde
Elim ayağım cana kesti.
Üşüdüm.

Soldurduğum bütün renklere inat
Gülümseyişinle can buldum, taze çiçekler gibiyim
Yeniden
Pembelerimle başlıyorum hayata
Bebek masumiyeti bir heyecan
Ve umuda gülüyorum

Dağlarım uçsuz bucaksız
Gönlümle kalsam zirvedeyim
Lakin bilirim dağların gölgesinde
Gönlü kızılca kıyamet zerreyim

Açtım kapılarımı
Gelin en deli vurgunlar vurun.
Hadi,
En amansız
En zamansız
Şimşek şimşek
Deli dalgalar
Bekliyorum
Sınanmak için

Ben varım
Hayat sen de var mısın?


Nihan 02.11.2008


**** ****


GÜZELLİKLER AŞIK İSTER

(SEVGİLİ DOSTUM SARP DAĞLARIN KAŞİFİ ZERRE’YE)

Melekler dokunur,
Beşer uykudayken,
Sarp dağlarda açan çiçeğe,
Zirveye çıkarken dağcı,
Adım adım..

Seyyahsan,
Sırlı kaşifsen,
Issız dağlarda,
Miski amber kokusu duyarsan,
Meleklerin kanat sesiyle,
İrkilirsen.
Güzellikler aşık ister,
Ağla,
Ferahla,
Gün batımında,
Bakiysen...

Sarp dağlar,
Aşık ister,
Sırlı kaşif ister,
Köstebeğin sıradağlarına,
Benzemez dağcı,
Zerrenin hakikatiysen,
Bulutların arasında,
Allah’ın lütfunu,
Hissedersen,
Erensin.


Salim NİZAM-GÖNEN


*** *** ***


Bir _ ZERRE_ hediye



Şiirin Hikayesi

Rivayet Olunur Ki ;

Kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.

Kuşlar Simurg'a inanır,

O'nun kendilerini kollayacağına ve zor günlerde kendilerini kurtaracağına güvenirmiş.. Simurg'un var olduğunu anlayan tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna varıp yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dagı'nın tepesindeymiş.
Oraya varmak için Yedi Dipsiz Vadi'yi aşmak gerekirmiş. Kuşlar hep birlikte havalanmışlar. Yolda yorulanlar ve de düşenler olmuş. Vaz geçenler de çokca imiş. Önce Bülbül geri dönmüş - Gül'e olan aşkını hatırlayıp ;
Papağan o güzelim tüylerinin yıprandığını bahane etmiş, Oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış ;
Kartal yükseklerdeki krallığını anımsayıp dönmüş geriye ;
Baykus yıkıntılarını özlemiş ;
Balıkcıl ise bataklığının özlemine dayanamamış...
Vadiler üzerinden uçtukca sayıları gittikçe azalmış uçan kuşların.
Bes Vadiden geçen geçmiş.
Altıncı Vadi " Şaşkınlık " ve Yedinci Vadi " Yokoluş " ta kalan kuşlar umutlarını hepten yitirmiş.
Kaf Dagı' na vardıklarında geriye sadece Otuz Kuş kalmış.
Simurg'un yuvasını bulduklarında ögrenmişler ki, Simurg Anka ' Otuz Kuş ' demekmiş.

Onlar birer Simurg'muş.. Her biri bir Simurg..




hediyemdir _ZERRE_ ANKA KUŞUMA


- I -

Bilmeliyim

Yarım kalmış nefes miydin
Kâf dağı’nda
Yıldızlarda
Denizlerin suyunda
İki ruhun birleştiği yerde

Ânka’larda hasretlik çeker mi?
Evlatlarına...
Yenilmez misin ?
Masallar da...

- II -

Yeryüzü bir örs, sense çekiç
Gece soyunur / gündüz
Gölgeni çek yerden !
Ruhunu da koy
Zal oğlu Rüstem
Gözlerinle say
Yak tüyü
Yeniden küllerinle kalk
Uyan güneşin doğduğu yerde

Aşk kadar ağırsın,

_ZERRE _ de

Topraktan bir parça güneş al
Sabır gölgelerine at.
Mavi yağmurlar yağdır
Akşam yorgunluklarına
Midye kabuklarına sakla
Firar acılarımızı
Sonrada Simurg’un kanadında
Kalan otuz kuşla

-Sıfır noktasında fırlat-

-III-

Bil ki
Bugün ve her gece
Duâ’n sallanır gökte



seMa


***

KAÇKARLARA GİTTİĞİN ZAMAN.



Sevgili Fikret ŞİMŞEK Ağabey'e
(ZERRE'ye)

..../Bu yaz yine kaçkarlara gidecekmiş.
Artvin'den Marsis yaylalarına çıkacakmış...Hemde bizim kasabadan geçerek....Tenbihledim bizim uşakları, kesecekler yolunu ağabey... Bensiz benim yaylama koymazlar seni:)))))
Saygı ile...


...

Rüzgâr mintanını sarar tenine
Terinle serinlik siner içine
Karışır rutubet suyun sesine
Kaçkarlar’da mola verdiğin zaman

Seyretmek olmaz yamaçta kar’ı
Avuçla hasretle soğuk suları
Benim için kokla özgür otları
Verçinek’te çadır kurduğun zaman

Haykırınca inler karşıki dağlar
Sesinle yarışır kuşlar kayalar
Elevit’te uyku kuşluğa doğar
Başını yastığa koyduğun zaman

Dağ üzümü topla çiğdem solmuşsa
Kumar çiçeğine arı konmuşsa
Balımızdan da al, eğer kalmışsa
İyi gelir kışın, grip olduğun zaman

Giderken gülümse çamlara bir de
Yitirme yolunu sislere gir de
Aklına gelirsem adımı an da
Selamla dağları güldüğün zaman


...

Toynak


******










Eş Reşha

geldi gitti
gitti geldi

akıl baştan temelli

baktı Canda kalan can
hem esir hem cesaretli

ne ki ?

bu içte kopan yedi direkten depremi
dedi :
düşün !
yerle bir eden gücün zerresi

dirildi öldü
öldü dirildi

insanı insan yapan kendisi

gerisi deri

hayat içi

İç içebildiğin demi

bitmez yolun yollarında
çıkar tersten giy cüppeyi

Zaman
O zaman

sonsuzluk ölümün dengesi
...

11-KAsım2005/ Ayşe Keskin /Trabzon /


.....



Güzel yürekli dostum Azime ; Bunu hayatım boyu unutmayacağım . Ömrümde aldığım en güzel doğum günü hediyemdi. Çok teşekkürler.

ZERRE

Taflan altı kardelen
Çıka geldi zerreden
Çın çın yansıdı doğum
Beyazına Ağrının...

Hoş geldin zerre...
Zamandan...

Dinle sesini dağların
Yankısında zerrenin...
Başı bulutlarda kardelen
Aglıyor...

Çığlık çığlığa sancısında
Doğumun...

Dinle...
Dinle...

Zerre´yi doğuruyor Ağrı...

"Hoş geldin doruklarıma...
Zerre yine gel"derken Ağrı;

Doğum günün kutlu olsun Zerre...
Nice zerrelere....

.....

...../Fikret Şimşek dostuma / dünyaya geldiğin gün kutlu olsun...

AZİME AKBAŞ
10 Kasım 2004

*** *** ***




Doğum Günün


Sevgili arkadaşım... Tertibim beni bilsen ne sevindirdin . Çok teşekkürler .

...


Dört mevsimde duvarların neminde
Dağların doruklarında rüzgarın sesinde
İzini sürer karınca yuvaları gözlerde

Gül yanar yaprağında titrer kanar
Kendinde kendini arar karalardan uzağa bakar
Şahikalara tutunan fırtına dostluğa çağlar

Güneşe asılı bir düş
Gitmeler gölgelerin dansında
Zaman geldi geçti bir yıl daha
Nice yeni yaş günlerinde yaşanası yıllara
Merhaba dostum merhaba nice doğumlara

-Bir Yitimden Önce Doğum Günün -

Sevgili Fikret Şimşek dostuma
Ve tüm dostluğu yaşatanlara Sevgiyle

Vedat Koparan
10.11.2004


**** **** ****


KARDELEN ÇİÇEĞİ

Kardelen, çiçeklerden bir çiçek
Ama başka bir çiçek.
Çiçekler hep uysaldır.
O çiçek hırçın çiçek.

Çiçekler kırda açar,
O çiçek dağda.
Çiçekler yazda açar,
O çiçek karda.

Çiçekler, severler bahçeyi,
O çiçek sever yükseği.
Çiçekler aşıkdır yaza,
O çiçek tutkundur kışa.

Çiçekler güneş toplar,
O çiçek kara vurgun.
Çiçekler avlalarda,
O çiçek dağlarda...

Çiçekler dosttur bülbüle
Bülbüller vurgundur güle.
Bülbülün halini kim bile
Sorarlar mi Kardelene...

Çiçekler hep sıradan,
O çiçek özel.
Çiçekler kışa dargın,
O çiçek kışa vurgun.

Çiçekler sizin olsun,
Buram buram koklayın.
Gül bahçesi istemem,
Dağlara yol gösterin.

Çiçekler bol,çiçekler güzel,
Onlar bülbülün olsun.
Tüm çiçeklere bedel,
Kardelen benim olsun.

Ey!insanlar ey!dünyam,
Hep çiçekler sizindir.
Yalnız tek çiçek benim,
Kalbimdeki sızımdır...



Sevket Zengin

29 Oktober 04 / Krefeld

Sevgili hocamızın bu güzel şiirini sayfamda yayımlamak benim için şereftir. Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Şevket hocam, güzel insan... Saygılar...Dağlar kadar yüce sevgiler...
Selam olsun... Yüreğimden...
Fikret Şimşek


**** ****


İstanbul daki canlarım ... bu güzel şiir için çok teşekkürler ... Siz ne cansınız ...

ZERRE

Ay ki böylesine doğar yamaçlarına dağların
Sessiz iki adım atar adam yediveren zirvelerin bağrına
Çılgınca bir sevişme başlar / buzlar erir parmaklarda
keşfedilmiştir ağrının bakire ruhu..

Oturur ve ağlar adam..

Rüzgarların ensesinden kopmuş bir yumak umuttur açık alnındaki parıltı
Yırtar geceleri adam / gerdekte Nemrut gelindir..
Efsunlu yataklar beyazına mendil sallar heyecanın..
Ve yürür adam..
Akar içindeki arzunun suyu / kurumaz dudaklar..
Saf güzellikler dolar urbasına / ağırdır yükü / taşır adam..

Süt beyazı bakir kız tenidir zirveler../ değmeye kıyamaz adam
Uzanıp bir yıldız koparır gök yüzünün sinesinden..
Melekleri saçlarına konar / hisseder ağlar adam..

Özgürlük mayasında..
Ki dağlardır özgürlüğün annesi / bilir adam..
Ama hasretini ektiği yüreklerdir acısı..
Dönüşe hasret adam..

Kollarımıza baba kokusu sinmiş adam..
Sarılışlarımız merhamet kokan yüreğinedir..
Yetimliğimiz korkutmasın seni adam..
Açtır ki dudaklarımız..
Toprağı avuçlayan ellerini öpmeye..

Şimdi gözlerimizde resimlerine bakakalan hasretlik
Gidişinin ani boşluğu..
Tekrar gel adam / sıcaklığını ve gülüşünü emanet ettiğin
İki meleğin / seni bekliyor olacak.. hani o bıraktğın İstanbul´da..

( Sevgili Fikret Şimşek'e ithaf ederiz )


P.Doğan ve eski bir dost.



**** ****



Gülgün Öskan/ASYA´dan

ÖZGÜR DAĞCI

//......Uzun, sarp amansız
Kanatsızdı umutları
Çıkınında sevdası,
Yarendi yüreğindeki dostlukları
Yüzünde çiseleyen yağmurla
Dağlara vururdu kendini...//

O, bir gurbet kuşu
O, özgür dağların adamı


Ulaştığında dağın zirvelerine
Elini uzatırdı gökyüzüne
Bir yıldız çekip kondururdu
Hayalindeki ay kızın saçlarına
Andığında ay yüzlü sevgilisini
Süzülürdü bir damla gözyaşı
Yanaklarından dudağına
Dönerdi sızısı yangın yerine

İndirirdi boranlarını şimşeklerini
Amansız vururdu kendi yüreğine
Bir esimlik rüzgardı öfkesi
Bir sapan atışı gülümsemeye
Yenik düşerdi kirpiğinin
Ucundaki nefreti


Dağların taşıdığı su
Bir tarlada yeniden yeşeren filiz
Sabahların ucunda bir kova güneş
Bir günün sonunda ateş böceği gibi
Bir adam tanıdım

Dizleri yorgun
Gönlü vurgun
Gözleri durgun
Yüreğinde Erdem

O, bir gurbet kuşu
O, özgür dağların adamı

Ben
Bir Adam tanıdım..


Can kızın'dan, kahveci güzelin'den, saçları beliklin'den
Fikret abisine sevgileriyle..

16/5/2004
ASYA

*** *** ***

Sevgili dostlarım:

Bu yazdığınız şiirleriniz benim için nasıl değerli bilemezsiniz . Çok ama çok teşekkürler . Güzel yüreklerinizden öpüyorum . Sevgimle........

Karıncanız...


EREN CAN´dan Karınca´ya

FİKRET AĞABEYİM'E


Sen,
Hoyrat akşamların,çelikten kafesinde kalsa bile
Gamzelerini vurduğun yanaklarına
sen
Şuuru yitik kelimeleri dizginlerken kaleminde
Hayat çiçeğini suladığın göz yaşlarınla
sen
Yüce dağlar peşinde koşarken
Vurulduğun memleketin toprağı üstünde;
Bayrağın elinde gülümserken kameraya
Sevincini her şeyinle ölümsüzleştirdiğin,
Sen
Kimi zaman yüreğini koyan ortaya
Kimi zaman cesur
Kimi zaman sert,
Ve tatlı çapkın olabilen dizelerinde

Sen
Yılların eskitemediği delikanlısı
Sen
Sen
En dürüst karıncasın...
Sevgilerim sana..


Eren Can
7/3/2004


**** **** ****




HASAN BAHADIR ´dan Karınca´ya


KARINCA DUASI

Her buğday tanesinde;
Coşkun örnek olur,
Abide olur,
İlham olur,
Kan olur,
Can olur.
Su damlasının etrafında dolaşan,
Ve yuvasına tebessüm taşıyan karınca...

Tebessümün keyfe dönüştüğü saatler,
Hiç bitmek istemeyen dakikalar,
Akrebin, yelkovana çelme takmak istediği,
İsteyip de fırsat yakalayamadığı
Emek dolu anlar...

Hem üretirsin,
Hem paylaşırsın.

Kıpır, kıpır yolculuklarını yakalarım
Karınca dualarında.

Dua ederken;
Sağırların duyduğu,
Körlerin gördüğü,
Heyecanının dokunuşları
Kaplar vücudumu.

Sen neler yaptığını bilmezsin ki.

Biz bilelim diye değil,
Sen öyle olduğun için yaparsın...

Biz ise;
Senin çizdiğin yolları düşünürken,
Başımız döner,
Aklımız şaşar,
Dua ederiz...



Not:
Sevgili Fikret Şimşek;
sağol paylaştığın dostluğun, sevgin ve ürettiğin her şey için...

Hasan Bahadır
11/7/2004

15 Nisan 2008 Salı

Akasyalar Zamanı




şimdi alıp başımı gitmeliyim dağlara
o yapayalnız gölle dolunayın düetini seyretmeliyim

kim bilir belki o ceylan beni bekliyordur
şelâlenin sesine karışır o bakışlar
kömür gözlerine bayılıveririm yine
cana can dokunur
aşk kokar yer gök
cennet oluverir birden an

hadi, bırak
hüzün nakışlı elbiseni bırak ovalarda
kahır bulutları dağılsın
takma saçına intihar çiçeklerini

ayrılıktan söz etme hiç
geliver dağlarıma
baharı solusun rüzgâr
en çok sen yakışırsın kollarıma
kollarım sarmaşık

şimdi akasyalar zamanı
hadi gel
gel cânânım ol....

...

Fikret Şimşek

ERDEM



Bir dağ... Yalnız o vardı
Aldı kollarına... Sarıldım

Kimse bilmez
Dağ bilir
Dinler dertlerimi
Kulak misafiri m e l e k l e r

Uçtum zirvesinden bulutlara
Gerdim gökyüzüne gergefi
Nakış nakış işledim e r d e m i

Sonra; başladı
Ne güzel de yağdı yağmur
..................Sıcacıktı e r d e m…


..../Asalet; içimde dağ... Erdem; üzerimde gökyüzü...

....

Fikret Şimşek

17 Mart 2008 Pazartesi

OVİT DAĞINDA MACERA ve KAÇKAR DAĞINA ZİRVE

10-21 Ağustos 2003)

Bir yıl önce Kaçkarlardan dönerken demiştim, "Yine geleceğiz" ve aynen öyle oldu. Bütün sene yine oraları, dağları, içtiğimiz suları, o çiçekleri, hep o güzellikleri hayal ettim. Nihayet yine o gün geldi.

9 Ağustos günü aksam saat 6 da Bursa´dan Rize´ye hareket ettik.Yanımda abim ve çocuklarımla, (Taha ve Serkan) akşam saat altıda Bursa´dan yola koyulduk. Arkadaki dörtlü koltuklardaydık. Rahat bir yolculuk sonrası ertesi gün öğleye doğru Rize´ye vardık.

Atlas dergisinin gezgini Halim Diker ( rehberimiz ) ve yanında Ankara´lı genç Tonguç ´la buluştuk.

Daha sonra bizi Rize ´de bulunduğumuz süre adeta bir melek gibi karşılayan ve daha sonra da elimize bir torba baklava ve pastayla Ovit dağına uğurlayan Selva ve Selda´la buluştuk. O gece onlarla geç vakte kadar beraber çok güzel anlar yaşadık. Bizi Rize’de gezdirdiler sağ olsunlar.

Rize´de geçirdiğimiz o geceden sonra sabah saat onda İspir otobüsüyle Ovit dağına doğru yola çıktık. Altı kişiydik. Çatak Deresi boyundan giden yolda ilerliyorduk, tarlalarda çay toplayan yöre halkı rengârenk giysileriyle çay bahçelerinde çok güzel görüntüler oluşturuyordu.

Bazı yerleri oldukça kötü olan yolda, otobüsümüz iki saat kadar ağır ağır ilerledi. Dağın başında, milletin şaşkın bakışları arasında indik otobüsten. Öyle şiddetli bir rüzgâr vardı ki zor yürüyorduk, neyse ki biraz ilerledikten sonra tırmanışa geçeceğimiz yere, derenin dibine geldik.

Çok zorlu bir çıkış oldu, dört saat sürdü. Akşam üzeri kamp attığımız yere geldiğimizde, " Abi valla bravo çok iyi çıktınız, bu kadar iyi olacağınızı sanmıyordum, hatta burayı çıkamayacaklar demiştim ama gördüm, sizin maşallahınız var." Evet aynen böyle diyordu Halim. O derece yorgun olmamıza rağmen gece on ikide daha uyanıktık. Geceyi, dolunayı bırakıp yatmaya gidemiyorduk.

Sonra iyice uyku bastırınca uyku tulumlarına gömüldük.

Güzel bir uyku sonrası sabah kalktık. Pırıl pırıl güzel bir gündü, güneş gülüyordu bize.

O gün istirahat ettik, dinlendik, amaçsızca gezindik etrafta. Tam da gölün kenarındaydık, etraf yüksek dağlarla kaplıydı.

Ovit Dağı´nda dört gün dört gece süren o kamp hayatımız ve dağlarda yaptığımız yürüyüşler, tırmanışlar, nefesimizi kesti. Halim´in sohbetleri, o yaptığı pastayı, yemekleri, o içtiğimiz İngiliz çayını ve Selva kızın annesinin yaptığı baklavayı unutamam tadı damağımızda kaldı.

Abimle ikimiz Ovit Dağı’nın doruklarına tırmandık. Zirve tam neresiydi kestiremedik ama çok da önemli değildi bizim için . Çok riskli bir yerdi .

Öyle bir yere geldim ki işte tam orada, asağıya baktım . Acaba düşsem ne olur diyordum kendi kendime. Bir ay önce düşüp dağda hayatını kaybeden Atlasın dağcısı Uğur Uluocak geldi aklıma. Ben de Uğur gibi yıldızlara uçarım düşsem dedim. Gerçekten düşsem ölürdüm. Hayatımda o kadar riskli bir yerde tırmanmamıştım. Hiçbir emniyet almadan çıktım...

Allah´a şükür ki bir şey olmadı.

İşte tam bu çıktığım yerde Mevlana'nın sözleri aklıma geldi .

"Doğaya gidiniz, her köşede açmış çiçekleri seyrediniz"

Etrafta uçurumlara bakan çiçekler vardı. İşte uçurum çiçekleri bunlar dedim. Onların baktığı uzaklara ben de baktım. Uçurumların ucunda duruyordum, Başıma çiçekler taktım, o uçurum çiçeklerinden

Ovit Kartalı diyordu bana abim, nasıl hoplayarak kayalardan indik, susamışız, indiğimizde yine kaynakların başındaydık.. Ah o sular ...

daglarin_g_lle_d_eti.jpg
Aksu Göller’i inanılmaz derece güzeldi, akşamları gün batımı adeta hep bir şölendi
O renklerin yansıması, çıldırtıyordu adeta beni. En beğendiğim Türkuaz Gölü oldu. Adını da ben koymuştum.

Dört gün dört gece sonrası askerlik işleri için genç arkadaşımız Ankara´ya dönmek isteyince, küçük oğlum Serkan da" baba bana yetti ben gitmek istiyorum" diyordu. Tabii o da çok mutlu olmuştu ama yine de arkadaşlarını özledi. Kaldığımız yerde dört güzel gün sonrası kampı toplayıp inişe geçtik. Çok rahat bir şekilde, iki saat hiç dinlenmeden seri bir iniş yaptık.

Kartallar uçuyordu. Mavi beyaz bulutlar, harika bir hava vardı o gün.

Erzurum´a gideceğimiz yola indik. Bir saat kadar otobüs bekledik ama gelen yoktu. Sonunda otostop yapmaya karar verdik. Ben bir kamyona ısrarla el edince adamlar durdu, sonra koştuk hemen, bizi aldılar, abim öne oturdu. Bu tam bir maceraydı, çantaları kamyonun arkasına attık ve biz de kamyonun arkasında hoplaya zıplaya İspir´e doğru yola koyulduk. Virajlı dağlık bir bölgeydi geçtiğimiz yerler, elimde Ayşegül için topladığımız sarı çiğdemler vardı ve onları gerçekten ona ulaştırdık. Ayşegül geçen sene Kaçkar Dağlarında birlikte dağcılık yaptığımız bir kardeşimiz. Bizi görünce çok sevindi. Biz de tam bir sene sonra onu tekrar görünce çok mutlu olduk. Akşam evlerine gittik Ayşegül´ün ailesini ziyaret ettik . Çaylar, tatlılar, çok samimi bir şekilde ağırladılar bizi sağ olsunlar.

Ben, abim ve Halim, Yusufeli otobüsüne bindik, saat onda otobüs hareket etti. Çocuklar otelde kaldılar. Daha sonra Ayşegül onlarla ilgilenmiş sağ olsun.. Güzel bir gün geçirmişler Ayşegül onlara Erzurum´u gezdirmiş. Sonra da yolcu etmiş.

Tortum Gölü´nün kenarından, dağların içinden, dereler boyu süren yollar sonrası Yusufeli´ne geldik. Olgunlar´a giden minibüse eşyalarımızı koyduk. Nihayet Olgunlar´a doğru Yusufeli´nden yola çıktık.

Yol hep Barhal Deresinin kenarından devam ediyordu. Kanyonları seyrede seyrede kıvrıla kıvrıla dağların içinden geçtik. O kadar güzel manzaralı bir yolculuk yapmadım hayatımda. Geçtiğimiz yerleşim bölgeleri, o kütüklerden yapılmış evler, köyler, yaylalar görülmeye değer güzellikteydi ve nihayet Olgunlar´ a geldik.

Tam saat akşam altıda Dilberdüzü´ne doğru tırmanışa geçtik. Çantalar sırtımızda, öyle zevkli başladı yürüyüşümüz ama karanlığa kalmıştık. Saat sekiz gibi karanlık oldu. Sonra o patikaları el lambalarıyla takip ede ede, gece dağın içerisine doğru yürüdük durduk.

Abim, "Mohikanların gece yürüyüşü" diyordu. Bunu hep söyledik, gülüşe gülüşe yürüdük. Bir ara çok zor çıkıyorduk, dinlendiğimiz bir sıra abim yanıma geldi;

"Fikret şu an çok yorgunum ama çok mutluyum" diyordu.

Halim önden gitti, onun ışığını göremedik bir daha, dağın derinliklerinde kayboldu, çok zorlanıyorduk ama "ha gayret" deyip devam ettik. Aralarda dinlenmelerimiz oldu tabii ki.

Ovit Dağında Halim ´in anlattığı ayıyı bazen aklıma getirdim . Başımın üzerinde bir karartı görsem acaba ayı mı bu diye baktım. O koca kayalar karanlıkta etrafta insana ürkütücü geliyordu.

Halim belgesel hazırladığı Marsis Dağından anılarını bize anlatmıştı . Kışın o tek başına Meşe Yaylasında kalmış iki hafta kadar. Her taraf kar. Bir sabah çıkmış dışarıya, bakmış iki insan ayağı büyüklüğünde izler var. Ayının büyüklüğünü hesap edin artık. Kocaman bir ayıymış. Karları yara yara yürümüş yayladan dağlara doğru. Halim bunu köyde anlatınca bir amca gülmüş ve anlatmış, "bizim sarı ayıdır "demiş. Ve başlamış anlatmaya, " Kimseye zararı olmaz, dışarlarda bulduklarını alır gider" Bir gün bir patikada o amcayla ayı karşılaşmışlar, patika çok darmış baska da gidilecek yol yok . Ayı biraz homurdanmış, amca da geri doğru kayaya sırtını dayamış. Ayı sonra ona sürtünerek geşmiş yanından.

Ben bunları düşünürken yolumunda sonuna gelmiştim. Bereket sarı ayı da yoluma çıkmadı diyordum. Sonunda tam saat gece on buçuk olmuştu ki Halim´in o etrafı aydınlatan ışığını gördük. Dilberdüzü´ne gelmiştik. Etrafta üç beş çadır vardı, çantaları sırtımızdan attığımız anı unutamam. Gece kaç saat öyle yılmadan usanmadan çıktık o tepeleri.

Çadırımızı kurduk. Hemen bir şeyler hazırladık. Kurt gibi acıkmışız, güzelce karnımızı doyurduk. O yorgunluk sonrası fazla vakit geçirmeden girdik çadırlara. Hemen uyumuşuz.

Sabah kalktık, güneşli bir gündü. Şahane bir kahvaltı sonrası toparlandık, çadırları kapayıp yola koyulduk. Zirve yapacaktık. Aslında zirveye gidecek olanlar sabah altıda yola koyulmuş olmalı ama biz çok rahattık. Geceye kalacağımızı bile bile saat on buçuğu gösterirken anca toparlanabildik. Çok zevkli bir yürüyüştü iki saat kadar sonra Deniz gölü’ne geldik. Halim suyu koydu çayımızı yaptık, yiyecekler hazırlamıştık hepsi aşağıda kampta kalmış bir lokma bir şey yoktu yanımızda. Sonra yine devam ettik. En zor olan yerine gelmiştik, şelalenin şırıl şırıl akışını gördüm... Blok kayaların arasından öyle incecik buz gibi çıkan bir su düşünün., hiç güneş görmeden sizin içtiğiniz bir su. Allah´ın vergisi, elimi dolduran suları içince bunun su mu yoksa iksir mi olduğunu düşündüm.

"Ya ne yapacaksınız taa oralarda" diye bizi tenkit edenler vardı. Şimdi düşünüyorum da bırakın her şeyi, yalnız su içmeye olsa giderim oralara. Yalnız su içmeye. O Allah´ın bize verdiği gücü, kuvveti... O dağların taşların içinden çıkan o sular görünce" şükürler olsun sana Yarabbim" dedim. Oradan sonrası en zor olan bölümdü, enerji ve moral oldu o şelaleden içtiğim su ve tırmanışa devam ettim. Abim bayağı aşağıda kalmıştı. Ben ona taş düşürmeyeyim diye hızlandım biraz. Halim önden gitti. Onun zirveye çıktığını tahmin ediyordum.

Aşağı yukarı ondan yarım saat sonraydı, ben de zirvedeydim. Kaçkar zirve üç bin dokuz yüz otuz yedi metre.

Türk Bayrağını ve Halim´i gördüm. Daha sonra dağın komple diğer tarafını da, geçen yıl kamp yaptığımız Mezovit Deresini, gölünü, sonra aşağıdaki Büyük Deniz Gölü´nü, oraları görünce geçen seneki anılar canlandı birden ve bayağı nostalji yaşadım orada.

Zirvede bulunmak ayrı bir keyif hele bizim şansımıza o mükemmel hava olunca bir kat daha güzel oldu. Etraf pırıl pırıl, aşağılarda bulut denizi, vadileri doldurmuş. Karadeniz´i göremedik, komple bulutla kaplıydı üzeri, etrafta sıra sıra dizilmiş dağlar, buzullar, o manzaraya doyamadık. Bir saatten fazlaydı orada kaldık. Halim´le fotoğraf çektirdik, kamera çekimleri yaptık. Çok farklı bir duyguydu orada olmak, bir ideali gerçekleştirmiştik. Abimle birlikte çok mutluyduk. Bir de yanımızda çok sevdiğimiz Halım kardeşimiz vardı. Onunla orada olmak bizim için çok güzeldi, öyle mutluyduk ki bunu anlatamam.

Zirve defterine yazdıklarımız ve orada geçirdiğimiz zaman herşey cok güzeldi. Tam saat akşam altıda da inişe geçtik. İniş çok kolay geldi bana. Çok rahat bir şekilde yine çevreyi seyrede seyrede aşağılara indik. Deniz gölü´ne gelmiştik ki karanlık çöktü ve epey bir yolu yine karanlıkta inmek zorunda kaldık. Kamp bölgesine yaklaşmıştık, öyle neşeliydik ki gök yüzünde yıldızlar, öyle birden basladık, Erkin Koray´dan 'gökteki yıldızlar ' şarkısını söylemeye. Bağıra bağıra söylüyerek indik. Çadırlara geldiğimizde hemen yine işimiz vardı. Karnımız nasıl açıkmıştı bir şeyler hazırladık yedik hep beraber, sonra da yattık.

Ertesi gün kalktık o gün dinlendik bir güzel . Gece bir kaç saat uyku sonrası kampı gece yarısı topladık, tam gece saat üçü gösterirken inişe geçtik, karanlıkta kamptan sessizce süzüldük çadırların arasından. Tam iki buçuk saat sonra Olgunlar´daydık. Çıkışımız da inişimiz de gece oldu, çok yerleri iyice gündüz gözüyle göremeden geldik geçtik. Bir de hep şamata yapıyorduk. Biz bu gece yürümeyi huy edindik diyorduk. Gülüştük hep öyle.

Sabah Olgunlardayız, minibüs bekliyoruz neyse ki bayağı bekledikten sonra bizi oradan birisi aldı Barhal´a yakın bir yerde tam da derenin kenarında minibüsten indik. Oraya kamp atacağız. Barhal nasıl akıyordu… gürül gürül, çadırlarımızı kurduk. Daha sonra kahvaltı yaptık, orada iyice dinlendik.

Sonra derede yüzdük, o tertemiz dereye baktıkça öyle iç gecirdim "meğer böylesine güzel akan tertemiz derelere ne de hasretmişiz. Etraftaki manzara yüksek tepeler, yeşillik şahaneydi.

O akşam kocaman bir ateş yaktık, kütükler öyle saatlerce yandı. Halimin yaptığı lezzetli yemekler, içtiğimiz çaylar nefisti. Rüya gibiydi o aksam yaşadiklarımız. Dereye girdiğimde de, masallardaki gibi akıyor dedim durdum." Son olarak ben kamera çekimlerini yaparken diyordum;

"Mohikanların son dansı."

Güzel bir uyku sonrası sabah kalktık, uyandığım an derenin sesiydi tabii ki ilk duyduğum. Akşam yattığımız da kendi kendime demiştim" Bu gürül gürül seste nasıl uyuyacağım ben ve sonra anında hemen dalıp gitmişim, o derenin sesi nenni gibi gelmiş bana . Tıpkı bir annenin kucağında uyuyan bir bebek gibi uyumuşum. Deliksiz bir uykuydu bu . Dağda en rahat uyuduğum geceydi.

Daha sonra hazırlandık, acele geldik, Barhal´dan kalkan bir minibüsle Yusufeli´ne ve hemen sonra Erzurum´a otobüsle yolculugumuza devam ettik, Erzurum´a geldik, ve Ankara´ya giden bizi götürecek trene bindik. Halim orada kalıyordu, iki gün sonra gelirim dedi ve biz onunla orada vedalaştık. Tam on gün sonra Halim´den ayrılırken bize çok zor geldi , aslında birlikte dönmeyi çok isterdim Bursa´ya ama o öyle uygun gördü. Sonra şansımıza iyi bir trene denk gelmişiz ekspres, restorantı vardı. Bol bol çay içtik orada, güzel bir yolculuk oldu.

Sonra Ankara´dan Bursa´ya otobüsle geldik. Eve geldiğimizde hesapladım, otuz yedi saat sonra ayakkabılarımızı çıkardık ayağımızdan.

Şimdi bu satırları yazarken Almanya´da evimdeyim. Sanki ben buradayım da, yüreğim oralarda kaldı. Kim bilir bir daha ne zaman olur ama oralarda yaşadığımız o güzel günler yine bütün sene aklımdan hiç çıkmayacak.

O zirveye giderken içtiğim incecik akan şelaledeki suyu, Ovit Dağı´nda, Dilberdüzü´nde dolunayda gecenin gündüz gibi ışıl ışıl oluşunu. Gece boyu yaptığımız yürüyüşleri. Karadeniz´in en temiz ve en güzel akan Barhal deresini. O dagların içinde inanilmaz güzellikteki bakir, yalnız gölleri. Dağlardaki o sessizliği, hiç ama hiç unutmayacağım.

Dağlarda olacağım yine... Şahikalarında şarkılar söyleyeceğim...
Haykıracağım o sessızliğe... Melekler duyacak beni...
Yıldızlar toplayacağım...Uçsuz bucaksız uzaklara bakacağım...
Yine iksir gibi sularindan içeçeğim...Çiçekler toplayacağım...
Bir derenin kenarında, anasının kucağında uyuyan bebekler gibi uyuyacağım...

...

"Özgür olmak istiyorsanız dağlara gelin . ÖZGÜR DAĞCI orada... Sizi bekliyor...
Mutlu olacaksınız. Manayı arıyorsanız dağlarda bulacaksınız..."

Sevgimle

-----

Fikret Şimşek

15 Eylül - 2003