30 Aralık 2007 Pazar
22 Aralık 2007 Cumartesi
BURSA_ANILAR ve ÇOCUKLUĞUM
Kasım başı, sonbaharın sonlarına doğru... Bir sabah kalktığınızda hava biraz serindir. Öyle bir de sanki karın kokusu gelir insanın burnuna, bir bakayım acaba mı dersiniz ve Uludağ´ın doruklarını beyaz bir örtü gibi kaplayıvermiştir bembeyaz kar. Birkaç güne kalmaz iner asağıya da dersiniz ve yanılmazsınız da. Bakmışsınız bir gece pencereden dışarıya lapa lapa yağan karı görürsünüz.
Kar deyince aklıma çocukluğum gelir. Kar yağdığında uyku uyuyamazdım. Sabah erkeden kalkar kaymaya çıkardım sokağa.
Evimizin önündeki rampaya geceden su dökerdim sabah kalktığımda buz olsun diye. Biraz kayardım üzerinde, sonra cam gibi parlardı. Bahçe duvarlarının üzerinden düz bir tenekeyle kar alır buzun üzerine atardım, sanki hiç basılmamış gibi yapar sonra da bahçe kapısının yanına saklanır, geçenlerin oraya gelince kayıp düşmelerini seyrederdim.
Bir defasında iki genç kız kol kola girmişler, kayıp düşmemek için birbirine destek olarak iniyorlardı aşağıya doğru. İşte tam da buz olan yere geldiklerinde ikisi birden öyle bir kaydılar ki, ayakları havada sırt üstü düştüler. Bense kenarda bayılıyordum kahkaha ile gülmekten. Kızlar kalktı: " Seni gidi bacaksız " deyip, benim üzerime geliyorlardı ki, hemen içeriye kaçtım. Rahmetli Anneciğim: " Gene ne yaramazlık yaptın? " diye sorardı. Sonra ona anlatırdım neşeyle.
Ne günlerdi... Sonra babam marangoz dayımızın yanına gider, bize kalıp tahtalarından kızak yapardı. Sevinçle koşarak Sıracevizlere, kaymaya giderdik. Orası kar yağdığında büyük küçük her yaştan çocuklarla, gençlerle dolardı.
Bayırlardan aşağıya doğru ayakta ya da kızaklarla nasıl da çoşkuyla kayardık. Kızakların asağıya doğru tam hızını aldığı yerlere g..... attıran derdik, tümsek yapardık. Yukarıdan hızını alan kızaklar oradan öyle bir fırlardı ki, vay kızakları sağlam olmayanların haline. Öyle havalanırdık ki, kızak darmadağın olurdu yere vurunca.
Kırılan kızaklarımız elimizde hemen eve gider, "Baba baksana ne oldu benim kızağıma" diye başına ekşirdik. Babam hiç üşenmez, yine onarırdı. Hiç zaman kaybetmeden " haydiii " deyip yine koşardık çoşkuyla kaymaya, sevinç içinde.
Hiç unutamadığım hatıralarımdan biri de, bütün gün dışarıda oynayıp, karda düşe kalka, o elbiselerimiz vıcık vıcık su içinde kalırdı . Hiç hasta da olmazdık. Eve geldiğimizde temiz elbiseler giyer hemen sobanın bağına geçerdik. Ellerimizi sobaya tutar ısınırdık, kıpkırmızı olurdu ellerimiz, şişerdi, sızlardı da.
Sonra, rahmetli anneciğim o kış günlerinde bize çok iyi davranır, ne yapsak hiç kızmazdı ama hasta olacağız diye endişe ederdi. O sıcacık odadan bahçemize bakan pencerenin önünde saatlerce karın lapa lapa yağışını seyrederdik. Sokak lambasının sarı cılız ışığını şimdi bile görür gibiyim.
Benim çocukluğumda çok kar yağardı. Haftalarca evlerin kiremitlerinden sokağa buzlar sarkardı, sivri sivri. Taş atar onları düşürmeye çalışırdık, çocukluk işte, oynardık durmadan ve hiç yorulmadan.
Şimdilerde çok nadir öyle kar yağıyor. Kırk sene önce olduğu gibi çoskulu kış yaşanmıyor artık. Zaman mevsimleri de değiştirdi. Benim çocukluğumda her şey bir başka güzeldi sanki.
Evlerde sobalarda odun yanardı. Biz hiç kömür yakmazdık o zamanlar. Yetmişli yıllardan sonra kömür sobaları alınıp da kömür yakılmaya başlanmıştı.
Hava tertemiz olurdu. Evler tek katlı, bilemediniz iki katlıydı. Üç katlı ev bizim sokakta bir tane numunelik olarak bile yoktu .
Sonraları yapılmaya başlandı yüksek katlı binalar. O evlerin ufacık hali çok hoştu. Etrafı örülü bahçe duvarları. Her evin bahçesinde ağaçlar, çiçekler....
Bizim bahçemizde kocaman dut ağacı vardı, bir de erik ağacı. Bahçe duvarının üzerinde de rengarenk ortancalar. Anacığım sabah akşam hortumu takar su verirdi ortancalara. Sanki yıllar geçtikçe annemi daha iyi anladım. Onlara su verirken belki de dinleniyordu. Hortumla çiçeklere su vermek insanı ne kadar dinlendiriyor bilseniz, bunu ben de çok severim.
Kışın oynarken üstümüz başımız çamur içinde kalırdı, ben bir kere bilmem annem bize kızsın. Her zaman "Gel yavrum hasta olursun" der, kuru elbiseler giydirirdi. Bana bir kez vurduğunu bilmem, ki bana diyorum, herhalde ailenin en yaramazı benmişim. Altı kardeşin beşincisiydim, bir de ufak kardeşim vardı. Kardeşim benden iki yaş küçüktü. Hep evde oynardık onunla ikimiz kışın.
Ben aklım erdiğinde, sanırım on yedi yaşlarında olacağım," Anne, sen bana hiç vurdun mu ? " diye sordum. Bir de " ben hiç hatırlamıyorum" demiştim. Rahmetli Anneciğim aynen söyle dedi, " Yok be oğlum, hiç vurmadım, ben yalnız sana değil hiçbir evladıma bir fiske vurmadım " demişti. İşte bunu daha sonraki yıllarda hep düşünmüşümdür.
Annem herhalde bir melekti. Beş oğlan bir kız altı çocuk büyüteceksiniz, ne çamaşır makinesi, ne elektirik süpürgesi, ne ocak, ne fırın, ne kalorifer olacak, " vah benim canım anacığım... Yattığın yerler nur, cennet mekanın olsun." Doyamadık, göçtü gitti bu dünyadan. Ben yirmi üç yaşındaydım, rahmetli elli dokuz yaşındaydı kaybettiğimizde.
Hayatımın en acılı günleriydi, nasıl da kaldık öyle... Babam, ben ve bir de kardeşim. Ablam evliydi, üç abim de evliydi, kendi yuvalarında avuttular belki de kendilerini ama biz çok yalnız kalmıştık.
Kendimi çok zor toparlamıştım o zamanlar. Hiç yemek yiyemiyordum, nasıl zayıflamıştım, kemikler görünüyordu vücudumda ama mecburen hayatımızı devam ettirmek zorundaydık. Ölenle ölünmüyor. O zor geçen günler hayatımın en acılı günleri olarak kaldı...
Çocukluk günlerimden hatıralarım kaldı şimdi. Annem ve Babam, bir de rahmetli Ağbeyim onlar toprak oldular.
Allah mekanlarını cennet eylesin.
.
Fikret Şimşek
Kar deyince aklıma çocukluğum gelir. Kar yağdığında uyku uyuyamazdım. Sabah erkeden kalkar kaymaya çıkardım sokağa.
Evimizin önündeki rampaya geceden su dökerdim sabah kalktığımda buz olsun diye. Biraz kayardım üzerinde, sonra cam gibi parlardı. Bahçe duvarlarının üzerinden düz bir tenekeyle kar alır buzun üzerine atardım, sanki hiç basılmamış gibi yapar sonra da bahçe kapısının yanına saklanır, geçenlerin oraya gelince kayıp düşmelerini seyrederdim.
Bir defasında iki genç kız kol kola girmişler, kayıp düşmemek için birbirine destek olarak iniyorlardı aşağıya doğru. İşte tam da buz olan yere geldiklerinde ikisi birden öyle bir kaydılar ki, ayakları havada sırt üstü düştüler. Bense kenarda bayılıyordum kahkaha ile gülmekten. Kızlar kalktı: " Seni gidi bacaksız " deyip, benim üzerime geliyorlardı ki, hemen içeriye kaçtım. Rahmetli Anneciğim: " Gene ne yaramazlık yaptın? " diye sorardı. Sonra ona anlatırdım neşeyle.
Ne günlerdi... Sonra babam marangoz dayımızın yanına gider, bize kalıp tahtalarından kızak yapardı. Sevinçle koşarak Sıracevizlere, kaymaya giderdik. Orası kar yağdığında büyük küçük her yaştan çocuklarla, gençlerle dolardı.
Bayırlardan aşağıya doğru ayakta ya da kızaklarla nasıl da çoşkuyla kayardık. Kızakların asağıya doğru tam hızını aldığı yerlere g..... attıran derdik, tümsek yapardık. Yukarıdan hızını alan kızaklar oradan öyle bir fırlardı ki, vay kızakları sağlam olmayanların haline. Öyle havalanırdık ki, kızak darmadağın olurdu yere vurunca.
Kırılan kızaklarımız elimizde hemen eve gider, "Baba baksana ne oldu benim kızağıma" diye başına ekşirdik. Babam hiç üşenmez, yine onarırdı. Hiç zaman kaybetmeden " haydiii " deyip yine koşardık çoşkuyla kaymaya, sevinç içinde.
Hiç unutamadığım hatıralarımdan biri de, bütün gün dışarıda oynayıp, karda düşe kalka, o elbiselerimiz vıcık vıcık su içinde kalırdı . Hiç hasta da olmazdık. Eve geldiğimizde temiz elbiseler giyer hemen sobanın bağına geçerdik. Ellerimizi sobaya tutar ısınırdık, kıpkırmızı olurdu ellerimiz, şişerdi, sızlardı da.
Sonra, rahmetli anneciğim o kış günlerinde bize çok iyi davranır, ne yapsak hiç kızmazdı ama hasta olacağız diye endişe ederdi. O sıcacık odadan bahçemize bakan pencerenin önünde saatlerce karın lapa lapa yağışını seyrederdik. Sokak lambasının sarı cılız ışığını şimdi bile görür gibiyim.
Benim çocukluğumda çok kar yağardı. Haftalarca evlerin kiremitlerinden sokağa buzlar sarkardı, sivri sivri. Taş atar onları düşürmeye çalışırdık, çocukluk işte, oynardık durmadan ve hiç yorulmadan.
Şimdilerde çok nadir öyle kar yağıyor. Kırk sene önce olduğu gibi çoskulu kış yaşanmıyor artık. Zaman mevsimleri de değiştirdi. Benim çocukluğumda her şey bir başka güzeldi sanki.
Evlerde sobalarda odun yanardı. Biz hiç kömür yakmazdık o zamanlar. Yetmişli yıllardan sonra kömür sobaları alınıp da kömür yakılmaya başlanmıştı.
Hava tertemiz olurdu. Evler tek katlı, bilemediniz iki katlıydı. Üç katlı ev bizim sokakta bir tane numunelik olarak bile yoktu .
Sonraları yapılmaya başlandı yüksek katlı binalar. O evlerin ufacık hali çok hoştu. Etrafı örülü bahçe duvarları. Her evin bahçesinde ağaçlar, çiçekler....
Bizim bahçemizde kocaman dut ağacı vardı, bir de erik ağacı. Bahçe duvarının üzerinde de rengarenk ortancalar. Anacığım sabah akşam hortumu takar su verirdi ortancalara. Sanki yıllar geçtikçe annemi daha iyi anladım. Onlara su verirken belki de dinleniyordu. Hortumla çiçeklere su vermek insanı ne kadar dinlendiriyor bilseniz, bunu ben de çok severim.
Kışın oynarken üstümüz başımız çamur içinde kalırdı, ben bir kere bilmem annem bize kızsın. Her zaman "Gel yavrum hasta olursun" der, kuru elbiseler giydirirdi. Bana bir kez vurduğunu bilmem, ki bana diyorum, herhalde ailenin en yaramazı benmişim. Altı kardeşin beşincisiydim, bir de ufak kardeşim vardı. Kardeşim benden iki yaş küçüktü. Hep evde oynardık onunla ikimiz kışın.
Ben aklım erdiğinde, sanırım on yedi yaşlarında olacağım," Anne, sen bana hiç vurdun mu ? " diye sordum. Bir de " ben hiç hatırlamıyorum" demiştim. Rahmetli Anneciğim aynen söyle dedi, " Yok be oğlum, hiç vurmadım, ben yalnız sana değil hiçbir evladıma bir fiske vurmadım " demişti. İşte bunu daha sonraki yıllarda hep düşünmüşümdür.
Annem herhalde bir melekti. Beş oğlan bir kız altı çocuk büyüteceksiniz, ne çamaşır makinesi, ne elektirik süpürgesi, ne ocak, ne fırın, ne kalorifer olacak, " vah benim canım anacığım... Yattığın yerler nur, cennet mekanın olsun." Doyamadık, göçtü gitti bu dünyadan. Ben yirmi üç yaşındaydım, rahmetli elli dokuz yaşındaydı kaybettiğimizde.
Hayatımın en acılı günleriydi, nasıl da kaldık öyle... Babam, ben ve bir de kardeşim. Ablam evliydi, üç abim de evliydi, kendi yuvalarında avuttular belki de kendilerini ama biz çok yalnız kalmıştık.
Kendimi çok zor toparlamıştım o zamanlar. Hiç yemek yiyemiyordum, nasıl zayıflamıştım, kemikler görünüyordu vücudumda ama mecburen hayatımızı devam ettirmek zorundaydık. Ölenle ölünmüyor. O zor geçen günler hayatımın en acılı günleri olarak kaldı...
Çocukluk günlerimden hatıralarım kaldı şimdi. Annem ve Babam, bir de rahmetli Ağbeyim onlar toprak oldular.
Allah mekanlarını cennet eylesin.
.
Fikret Şimşek
19 Aralık 2007 Çarşamba
Kurban Bayramı Özel
...
kemanın nağmeleri yayılırken sesizliğe
kutsallığını içtik sevginin
ay gülümsedi yüzümüzde
al al yükseldik arşa......... Zerre
----
Dostlarım; Hepinizin Mübarek Kurban Bayramını en içten dileklerimle Kutluyorum.
................
Sevgilerimle..............
Fikret Şimşek
kemanın nağmeleri yayılırken sesizliğe
kutsallığını içtik sevginin
ay gülümsedi yüzümüzde
al al yükseldik arşa......... Zerre
----
Dostlarım; Hepinizin Mübarek Kurban Bayramını en içten dileklerimle Kutluyorum.
................
Sevgilerimle..............
Fikret Şimşek
4 Aralık 2007 Salı
BURSA MEHTER TAKIMI
Yazdan kalan anılarımdı... İki kez verdikleri konseri seyrettim ... Harikaydı . Tabii özel de davetlisiydim Mehter Sancakbaşının... Mustafa Tütenocak.40 yıllık canım arkadaşım...
Evet Orta okula başlamıştık. Ne yıllardı. Ne güzel bir gençlik arkadaşlığımız oldu Mustafa'yla . Hani Erkin Koray'ın bir şarkısında söyle der "Bir hikayemizi anlatmaya kalksak zamanın dili tutulur ... Denizler kurur" Aynen öyle, birlikte az mı ağladık... Az mı güldük.
Kayseri Zincidere'de askerdi Mustafa. Öyle özlemiştim ki kendisini . Kurban Bayramıydı. Kıbrıs çıkarmasının olduğu sene 1974 kışı. Kar belimize kadar, Mustafa ziyaretçilerin görüşme salonuna koşarak geldi. Yanakları kıpkırmızıydı. Gözleri fal taşı gibi açılmış bakıyordu; "Kim gelmiş beni ziyarete" der gibiydi adeta. O sarılmamızı bir tahmin edin. Offf Canım arkadaşım. İki gün görüsmüştük, çarşı izni almıştı Mustafa yarım gün. Bir de hatırası vardır Kayseri'de onunla çektirdiğimiz fotoğraf durur öyle, dostluğun simgesi asılmış sanki gökyüzüne.
Sonra o gelmeden ben asker oldum. Mustafa canım da Kırklareli'ne yanıma gelmişti.
Ne güzel günlerdi… Vefa... Böyle dağlar gibi.
Bu yazın fırsat oldukça görüştük. Gurbetçilik bizimkisi. Sayılı gün kiminle ne kadar görüşebilirsek kardır diyoruz.
Doyamadığım canım arkadaşımla iste böyle hatıralar kaldı .
Onlar o kadar güzellerdi ki. Konserleri her hafta Tophane'de Kale kapısında yapılıyordu. Beni başka da yerlerdeki konserlerine de davet etti Mustafa. Çok ama çok güzeldi. Aceleye gelmişti bu sene pek fazla çekemedik fotoğraf ama seneye yaza inşallah özel bir arşiv oluşturacağız.
Bu kahraman milletimizin temsilcilerini teker teker öpüyorum. Siz çaldıkça benim tüylerim diken diken oldu canlarım.
Nur doldu sanki içime....
Ben uzaklardayım ... Şimdi yüreğimde hasret.
Hep öyle yine coşkuyla çalınız o Kahramanlık türkülerimizi....
Sizleri çok özledim... Bursa'ma Mehter Takımı'nın bütün güzel ekibine .... Tüm canlarıma uzaklardan selam olsun...
----
Bu sayfaya bir de bu şirimi eklemek istedim.
CANLAR
Hani bizlerdik
Sırt sırta durduk
Öyle bir haykırdık ki;
Titredi, inledi yer gök
Yırtıldı karanlığın perdesi
Aydı karalar
Işık oldu, yükseldi ayyuka sesimiz
Taşıdık onurla
E r d e m Bayrağımızdı
Şahlandı ellerimizde
Vurdular ama yıkamadılar
Dikildik dağlar gibi
Dörtnala geçen atlılar vardı hani
Geniş pazulu, korkusuz yiğitler
Özlüyorum onları, çok özlüyorum
Geçip gittiler, arkalarında nalların izleri
Bir de kalkan toz kaldı
Yadigar kır atın üzerinde haykırdı;
“Arslanların gittiği yoldan gideceğiz... korkmayanlar gelsin”
...
Fikret Şimşek
fotoğraflar Yavuz Şimşek
3 Aralık 2007 Pazartesi
GECE ve BEN
Sokaklar sessiz... / sükut
Beyaz kardelenlerdi savrulan
Çıt yoktu, yürüdüm
Rüzgarın uğultusunda
Şarkılar söyledim
Karanlığı yırttı sesim
Sokaklar kimsesiz... / boş
Kuşluk vakti kısa molada
Karanlığı kuşandım
Geceyi taşıdım sabaha
Girdaplarda dibe vurdum
Kasırgalarda savruldum
Ağaçlara , direklere sarıldım
Boynuna dolanmalıydı kollarım
Bulutlarda yine yaş
Yine çöp kaçtı gözüme
Ben ve gece, arap saçı olduk
Dolandık sabaha dek
Sokaklar gelinliğini giymiş
Saçaklarda hançerler
Gece bıçak gibi keskin
Karanlığı çiğnedim adım adım
Seni çektim ciğerlerime
Hasret içtim gecenin karanlığında
Üşüdüm
Yalnızdım
Alaz kestim
G e c e v e b e n
Dolaştık sabaha dek
Vurgun yemiş sünger avcısı gibiydim
Tan yeri yangınlarında
Yalnızdım ama hiç umursamadım
Şimdi gitmeliyim... / Vakit
Sen yoksun
Karanlık vedalarda
Yeni doğan gün; merhaba... merhaba
.....
Fikret Şimşek
Yalnızlığın Çığlığı
_
Doyamadığım... Ellerimde kokun... Gözlerimde gözlerin... İçimde canın kaldı_
demir aldı yalnızlığa bir gemi
güvertesinde rüzgarın çaldığı melodi
gelmediğine isyan
yazdığım şiirleri okudu melekler
gelmesen de bekledim rıhtımda
uzaklarda kahroldum yokluğuna
boğuldu dalgalarda bakışlarım
hayaline aktı gözyaşlarım
veda ederken
mahzun bakışın asıldı gökyüzüne
maviler şahitti
içimde suskuların acıyı haykırışına
martılar hüzne uçuyor
gemiler sarhoş dolanıyor bizsiz
denizin gel gitlerinde
şarkılar da ağlıyor
yoksun!
şimdi kaskatı bedenim
sensizlik rıhtımda çığlık
hani cenneti yaşayacaktık
gelmedin
_Yağmur duası ellerim... Açtım gökyüzüne... Hadi yağ sevgili_
…
zerre/ Fikret Şimşek
KARA YEL
yine hoyrat bize zaman
delice esiyor kara yel
yırtılıyor gökyüzü
dinse şu kara yel
dinse yüreğimin sızısı
zalim gelmese üzerime dalgalar
gelmese
gelmese
seher vakti
kan rengi bir bulut titriyor dudağımda
karaların vedasında
mavi yayılıyor
umut doğuyor
devriliyor ağlama duvarları
seni gömüyorum içime
gülücüklerin
göğümde yıldız sağanağı
yangınları alıp
geliversen bir gece
delirse kan
afyon sarhoşluğunda ayılsa aşk
....
zerre
canı kalmış bir canda
bildin mi?
haste-i dil... yâre giryân
perişan etme garîbi yâr…
…
Fikret Şimşek
Zerre´ce Altın Sözler
A)
Ey insan!... Ayna gibi gerçekleri söyle... Terazi gibi doğru tart...!
****
B)
Cevherse elinde olan, odur sana ebediyyen baki kalan..!
****
C)
Büyük elbiseler içinde durdular…
Hiç görünmediler.. kayboldu cüceler..!
****
D)
Dostunuza verecek bir şeyiniz yoksa,
hiç verin... Sevinsin o da..!
****
E)
Sana geldim zamanlardan…
Yoksan, zamanı ne yapayım o zaman..!
****
F)
Yüreğinize iyilik tohumları ekin..
Büyüyüp yeşersinler, kötülükleri yok etsin onlar..!
...
Fikret ŞİMŞEK
Ey insan!... Ayna gibi gerçekleri söyle... Terazi gibi doğru tart...!
****
B)
Cevherse elinde olan, odur sana ebediyyen baki kalan..!
****
C)
Büyük elbiseler içinde durdular…
Hiç görünmediler.. kayboldu cüceler..!
****
D)
Dostunuza verecek bir şeyiniz yoksa,
hiç verin... Sevinsin o da..!
****
E)
Sana geldim zamanlardan…
Yoksan, zamanı ne yapayım o zaman..!
****
F)
Yüreğinize iyilik tohumları ekin..
Büyüyüp yeşersinler, kötülükleri yok etsin onlar..!
...
Fikret ŞİMŞEK
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)